Moody’s mi, 5 günde 1.8 milyar getiren yabancı mı daha öngörü sahibi?

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Bir tarafta Türkiye’nin, kredi notunu sabit tutmakla birlikte, görünümünü durağandan negatife çeviren Moody’s var. Diğer tarafta da, nisanın ilk haftasında tam 1.3 milyar dolarlık devlet iç borçlanma senedi ve 524 milyon dolarlık hisse senedi alan yabancı yatırımcılar… Doğru; bir haftaya sığdırılan 1.8 milyar dolarlık alımla Moody’s’ten gelen karar aynı zaman diliminde gerçekleşmiş değil; alım daha önceydi, ama yine de arada öyle aylar yok. Kaldı ki, Türkiye’nin 1.8 milyar dolarlık alımın gerçekleştirildiği haftadaki ekonomik koşullarıyla ve gelecekte ortaya çıkabilecek politik riskiyle, görünümün negatife çevrildiği tarihteki koşullar ve risk arasında hiç mi hiç fark yok. 

Şimdi, acaba nisanın ilk haftasında Türkiye’ye 1.8 milyar dolar getiren, en azından bu parayı Türkiye’de başka bir yerde park etmişlerse de DİBS ve hisse senedine kanalize eden yabancı yatırımcılar mı haklı ve doğru bir karar vermiş oldular; yoksa Türkiye’nin görünümünü durağandan negatife çeviren Moody’s mi daha yerinde bir adım atmış durumda? 

Hem DİBS ve hisse senedi alan yabancı yatırımcılar, hem de Moody’s aslında geleceğe dönük algıyla ve beklentilerle hareket ettiğine göre, soruyu şöyle de sorabiliriz: Görünümü negatife çeviren Moody’s mi geleceği daha iyi okuyor, bir haftada 1.8 milyarlık DİBS ve hisse senedi alan yabancı yatırımcılar mı? 

Düz mantık yürütürsek ya Moody’s haklı ve doğru bir karar verdi, ya DİBS ve hisse senedi alan yatırımcılar. İki tarafın birden doğru karar aldığı söylenemez çünkü. Ancak, bir ayrıntı var ki onu göz ardı edemeyiz. Nisanın ilk haftasında 1.8 milyarlık DİBS ve hisse senedi alan yabancı yatırımcılar bu menkul kıymetleri belki çok kısa sürede elden çıkaracaklar. Yani onlar da aslında Moody’s gibi düşünüyorlar, çok kısa vadeli bir alım gerçekleştirdiler. 

Hem zaten, yabancı yatırımcılar devlet iç borçlanma senedinde yılbaşından bu yana haftadan haftaya genellikle ters yönlü işlem gerçekleştirdiler. Yani yabancılar, elbette istisnaları olmakla birlikte, bir hafta alış, bir sonraki hafta satış yaptılar. 

Örneğin 3 Ocak’ta biten haftada alış, izleyen haftada satış, bir sonraki haftada yine alış yapıldı. 17 Ocak’tan sonraki üç haftada ise sürekli satış yapıldığı dikkati çekti. 7 Şubat’tan sonra yalnızca iki hafta üst üste satış yapıldı, 4 Nisan’a kadar olan diğer tüm haftalar ise “alış-satış” biçiminde geçti. Son olarak da 31 Mart-1 Nisan haftasında 1.3 milyar dolarlık alış gerçekleştirildi. 

Yani nisanın ilk haftasındaki 1.3 milyar dolarlık alışla Moody’s’in kararının çeliştiğini söylemek için biraz erken. Bakarsınız yabancı yatırımcılar daha önce olduğu gibi nisanın ikinci haftasında satışa geçmişler bile. Aslında kurun düzeyinden bir satış dalgasının söz konusu olmadığı tahmini yapılıyor; ama Moody’s’in kararından sonra satış geleceği de çok muhtemel görünüyor. 

Derecelendirme kuruluşları bize düşman mı? 

Moody’s’in kararının yabancı yatırımcıların alımlarıyla çelişiyor görünmesi başka bir konu. Zaman, kimin haklı olduğunu gösterecek, hem bunu görmek için öyle çok beklemek de gerekmeyecek. Biz, biraz da derecelendirme kuruluşlarına bakış üzerinde duralım. 

Moody’s not görünümümüzü durağandan negatife çevirdi ya, bir eleştiri bombardımanı da başladı. Hükümet üyelerini anlıyoruz da, bu kez bürakrosi de katıldı eleştirilere. 

Moody’s ya da bir başkası, derecelendirme kuruluşları ancak doğru tahmin yaparak, geleceği iyi okuyarak itibarlarını koruyabilirler. Bu kuruluşlar, ne ölçüde doğru karar verirlerse, o ölçüde itibar elde ederler, daha çok iş yapabilirler. 

Son kararla ilgili değerlendirmede, Türkiye için siyasi risklerin arttığından söz ediliyor, genel seçimin yapılacağı 2015 ortasına kadar bu riskin süreceğine vurgu yapılıyor, bunun da yerli ve yabancı yatırımcının güvenini azaltacağı görüşüne yer veriliyor. Ayrıca dış borcun yaratacağı baskı unsuruna dikkat çekiliyor. 
Şimdi, biz bu değerlendirmeye mi katılmıyoruz, yoksa değerlendirmeye katılmakla birlikte bunların risk unsuru oluşturmayacağını mı düşünüyoruz? Yoksa, bunu bir derecelendirme kuruluşu söylediği için mi keyfimiz kaçıyor? 
Pembe yalan mı istiyoruz? 

Hani gerçek öyle olmadığı halde çoğumuz “Çok iyi görünüyorsun” denildiğinde mutlu olur, adeta zaman zaman “pembe yalanlara” ihtiyaç duyarız ya, derecelendirme kuruluşlarından da böyle “pembe notlar” mı bekliyoruz acaba… Kimi zaman notumuz artırılır, görünüm iyileştiriliyor, o zaman derecelendirme kuruluşlarından iyisi yok. Sitem etmekten de geri durmuyoruz gerçi ya; “Geç kaldılar, bu kararı daha önce almaları gerekirdi” türü değerlendirmelerle. 

Bir standart belirleyebilsek keşke. Not artırıldığında “Bunu zaten çoktan hak etmiştik” diyorsak, tersi olduğunda da daha olgun yaklaşmayı ve bu karardan ders çıkarmayı, en azından buna gayret etmeyi öğrenebilsek. Yoksa, yakın dostundan, kötü göründüğü günlerde “Çok iyi görünüyorsun” türü pembe yalanlar umanlardan olmaktan öteye gidemeyiz. Kaldı ki, derecelendirme kuruluşları da bizim dostumuz, hele yakın dostumuz hiç değil!

Tüm yazılarını göster