Mersin Müzik Festivali'nde

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

ODAK / Faruk Şüyün sanat@dunya.com Uluslararası Mersin Müzik Festivali'ni yıllardan beri takip ediyorum. Geçtiğimiz yıl EFA "Avrupa Festivaller Birliği Üyeliği"ne kabul edildiği haberini, serüvenini yakından izlediğim için sevinçle almıştım. Bu sene Antalya'da yapılan EFA Genel Kurul Toplantısı'nda 28 ülkeden 60'tan fazla festivalle birlikte yer aldılar. Mersin Müzik Festivallerinin yedincisi, 22 Mayıs 2008 Perşembe günü başladı. 2 Haziran 2008 tarihine kadar süren festivalde İspanya'dan Azerbaycan'a uzanan bir coğrafyanın sanatçıları, izleyicilere klasik müzikten dansa, akapella korodan caza kadar birçok daldan örnekler sergilediler. Festival etkinliklerine yüzlerce yıllık tarihi mekânlar her yıl olduğu gibi bu sene de ev sahipliği yaptı. Müzik Festivali'nin finali de yine bir tarihi mekânda Tarsus St. Paulus Müzesi'nde Almanya'dan, Johann Sebastian Bach'ın şehrinden gelen Leipzig String Quartet'in konseriyle gerçekleştirildi. Bu konser, 2008-2009 St. Paulus Yılı'nın da başlangıcı oldu. Evet, Mersin'de müzikle tarih Akdeniz güneşi altında bir kez daha buluştu. Bu buluşmanın mimarlarından Festivalin Sanat Yönetmeni Remzi Buharalı, "Kültür tüketicilerini doğru adreslerde buluşturmak, uzakları yakınlaştırarak önemli sanatçı ve toplulukları şehrin varolan kültür ve sanat planlamaları dışında Mersin'e getirmek festivalimizin amaçları arasında yer almaktadır." diyerek güçlü popüler kültür endüstrisine karşı duruşlarını da dile getirdi Festival katalogundaki yazısında. Mersinli Devlet Sanatçısı Nevit Kodallı, yedi yıl önce merhum Hanri Atat'ın kıvılcımını attığı Mersin Uluslararası Müzik Festivali'nin halkla bütünleşmesinin önemine dikkat çekti ve "Festivalimizin halkımızla bütünleşmesi, yalnız Mersinlilerin değil, tüm Çukurovalıların, hatta genişleye genişleye komşu illerimizin bu festivale sahip çıkması esas amacımız olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için her türlü olanakları kullanmamız gerekir. Unutmayalım ki ne bir Salzbourg, ne de bir Aix-en-Provance Festivali yalnız o şehirlerin değil, Fransa'nın, Avusturya'nın festivalleridir. Niçin bizde de öyle olmasın?" diyerek festivalin asıl amacını dile getirdi. Bu satırların yazarı da yoğun seyahat temposu içerisinde, festivalin son günlerini yakalayabildi. Bir pazar öğleden sonrası, bu sayfada geçtiğimiz yıllarda uzun uzun anlattığı Kanlıdivane'de Enbe Orkestrası'nı dinledi. Obruğun karşı yakasındaki orkestranın anıları canlandıran parçalarının yarattığı duygusal zeminde kayıp geçmiş yıllara gitti. Az ötedeki Hellenistik kulenin nar tanesi biçiminde örülmüş taşlarının dili olsa kimbilir neler anlatırlardı? diye düşünecek kadar derinlere dalmıştı ki, konser bitti ve geleneksel Narlıkuyu yolculuğu başladı. Cennet ve Cehennem obruklarından gelen suların denize kaynadığı bu küçük koyda, suya girmek için saat geç olmuştu. Yanında mayosu olsa, belki ılık deniz ile buz gibi kaynak suyunun aynı anda bedeninde gezinmesinin keyfini yaşamak için şeytana uyabilirdi, ama yemek yemeyi tercih etmişti bir kere. Güneşin ışıklarının menevişlenerek kaybolmasını, karanlığının baharlarda ağır ağır, kışın birdenbire çökmesini kimbilir kaç kez izlemişti bu noktadan. Son ışıkları olsun kaybetmeden bir yudum bir şeyler içebilmek, ardından yorgun bedenindeki kan dolaşımının hızlanmasını hissetmek, sessizliğin sesiyle başbaşa kalabilmek.. Narlıkuyu, dostlarıyla geldiği bu mekân, daima ne kadar huzur verici, hep özlenilen bir yer olmuştuÖ Mersin'i ve civarını her gelişinde biraz daha iyi tanımış, Kilikya bölgesinin bitip tükenmeyen, daima bir yenisi ile tanıştığı antik kentleri onu büyülemişti. Evet, Akdeniz güneşi altındaki bu güzel şehirde ağaçlar, hep baharlar açmalıydıÖ Mersin Müzik Festivali de çiçek açan, meyve veren o ağaçlardan oluşan güzel bir koruydu; hak ettiği gibi Türkiye'nin sahiplendiği bir ormana dönüşmeliydi mutlaka.

Tüm yazılarını göster