Merkez meçhul sularda yüzüyor!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Sezar'ın hakkını Sezar'a verirsek, Merkez Bankası'nın küresel kriz döneminde izlediği agresif faiz indirimi politikasının son derece başarılı olduğunu söylememiz gerekir. Merkez piyasayı iyi analiz ederek, reel talep ve istihdamla ilgili gelişmeleri çok iyi sezinleyerek, enflasyon beklentilerini ve kur gelişmelerini dikkatle takip ederek neredeyse hiçbir piyasa oyuncusunun veya analistinin tahmin edemediği bir hızda faizleri düşürmek suretiyle hem krizin daha az hasarla atlatılmasını, hem de toparlanmanın beklenenden çok daha çabuk gerçekleşmesini sağladı.

Öte yandan, belki de son 2 yıldaki başarısının da getirdiği özgüvenle, Merkez son dönemlerde ortodoks politikalardan iyice uzaklaşma eğilimi içine girmeye başlamış gözüküyor. Özellikle, geçtiğimiz haftasonu artık Durmuş Yılmaz'dan görevi devralacağına kesin gözüyle bakılan Erdem Başçı'nın Türkiye Ekonomi Kurumu'nda yaptığı sunum yeni politikanın ana hatlarını ortaya koymakta. Başçı sunumunda "yeni konjonktürün temel özelliğinin, güvenilir ve dinamik yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucunda, bu ekonomilerde aşırı ısınma, aşırı borçlanma ve varlık balonları oluşması riskinin belirmesi ve cari açığın finansal istikrarı tehdit edecek düzeylere ulaşma ihtimali" olduğunu vurguluyor. Böyle bir konjonktürde, politika faizlerinde artırıma gitmenin iç talebi baskılamak yoluyla ithalatı düşürüp cari açığı azaltırken, yabancı sermaye akımlarını hızlandırarak TL'nin değerlenmesine ve ithalat talebini artırarak cari açığı artırma gibi istenmeyen yönde etkileri olabileceği belirtilmekte. Başçı'ya göre "bir yandan faiz dışı araçları kredilerdeki ivmelenmeyi önlemek için sıkılaştırırken, diğer yandan kısa vadeli faizleri kurlardaki değerlenme eğilimini sınırlamak amacıyla kontrollü bir şekilde indirmek cari açıktaki artışa karşı ideal politika bileşimi". Açıkçası bu politika diğer gelişmekte olan ülkelerin uygulamakta olduğu politikalara göre oldukça farklı bir yaklaşım.

Şahsen, ben de önceki yazılarımda Merkez'in son dönemde biraz fütursuzca hareket edip iç talep ve enflasyon ile ilgili riskleri görmezden gelme eğilimi içinde olduğunu düşündüğümü vurgulamıştım. Her ne kadar, geçen zaman içinde, Kasım ayı enflasyonunun ve 3. çeyrek büyüme hızının beklentilerin altında gelmesi, ileriye dönük enflasyon risklerini bir ölçüde azaltmış ise de, ortaya konulan politikanın başarılı olması için iç talep ve üretim açığı gelişmelerinin yakından takip edilmesi ve faiz-dışı araçların doğru zamanda ve etkili bir şekilde kullanılması gerekiyor. Bu bağlamda, yeni politikanın içerdiği önemli bir risk unsuru ise sunumda da altı çizilen "cari açığa karşı başarı sağlamak için diğer kurumların da ellerindeki faiz dışı araçları ölçülü ve kademeli olarak sıkılaştırma" meselesi. Bu noktada tam bir koordinasyon ve işbirliği sağlanması çok önemli. (Mesela, bu konuda son dönemde bir ayrıntı gibi gözükse de yapılan önemli bir hata tüketici kredileri faizlerinden alınan KKDF oranının geçmiş kredilere yönelik olarak uygulanması oldu. Maliye "ne pahasına olursa olsun gelir artırma" hırsına yenik düşerek böyle bir uygulamaya gitti. Ancak, aslında bunu yaparak önemli bir faiz-dışı aracın ileriye dönük kullanımına ciddi bir kısıtlama da getirmiş oldu. Düşürülmesi söz konusu olan kısa vadeli faizlerin "ceteris paribus" tüketici kredileri talebini artıracağı muhakkak. Bu şartlar altında da normal olarak KKDF oranının belki %30-40'lara çıkarılması gerekebilecek. Ancak bu durumda halihazırda tüketici kredisi kullanan hanehalklarından gelecek olan büyük tepki bu enstrumanın kullanılmasını çok zor hale getirecektir. Bence, iş işten geçmeden Maliye Bakanlığı'nın KKDF'nin geriye doğru uygulanması kararından vazgeçmesi doğru olacak.)

Ayrıca, zorunlu karşılıklar ve KKDF oranı dışında sunumda diğer belirtilen faiz-dışı araçların neler olduğunun da politikanın inandırıcılığının artırılması için netleştirilmesi gerekiyor. Anlaşılan o ki, yabancı sermaye giriş veya çıkışlarının vergilendirilmesi söz konusu değil. Ancak bu durumda istenildiği gibi "uzun vadeli faizlerdeki düşüşün kısa vadeli faizlerdeki düşüşe göre çok daha sınırlı olması" çok zor. Unutmamak lazım ki, Türkiye'ye yabancı sermaye sadece bankalar kanalıyla girmiyor. Devlet tahvilleri ve özel sektör kredileriyle de büyük miktarda girişler söz konusu. Gerektiğinde bu girişlere nasıl önlemler getirilecek? Diyelim ki, Hazine'nin sıkı maliye politikası sayesinde devlet tahvili arzı daha da düşecek (ki öyle hedefleniyor) ve, bu durumda doğal olarak (son günlerde de görüldüğü gibi) tahvil faizleri de düşecek. Bu durum otomatik olarak diğer orta ve uzun vadeli faizlerin düşmesini ve özel sektör borçlanmasında da artışı beraberinde getirecek. Sonuçta, belki cari açığın finansman kalitesi biraz düzelecek ama düzeyi düşmeyecek, hatta düşen faizler nedeniyle artabilecek bile. Bu konuların bir an önce aydınlatılması şart.

Öte yandan, Başçı tarafından ortaya konulan senaryo ve politikaya eleştiri getirenlerin göz ardı ettiği önemli bir nokta bunun ortaya konulan tek ve uzun vadeli bir politika değil konjonktürel bir politika olduğu gerçeği. Nitekim, sunumun 6. sayfasındaki tabloda değişen konjonktüre göre Merkez'in politikalarının da değişebileceği net bir biçimde ortaya konmakta. Gelişmiş ülkelerde faiz oranlarının kalıcı bir şekilde artış eğilimine girmesi ve sermaye akımlarının yön değiştirmesi durumunda, TL politika faizlerinin yönünün de değiştirileceği çok açık.

Tüm yazılarını göster