”Merkez Bankası faizi ar-tır-ma-lı-dır!”

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Bir ülke düşünün; merkez bankasının uyguladığı faiz o ülke için şimdiye kadarki en düşük düzeye inmiş. Bu en düşük düzey, benzer kalkınmakta olan ülkelerle kıyaslandığında neredeyse aynı sayılabilecek bir orana işaret ediyor. Ancak gelişmiş ülkelerle kıyaslama yapıldığında, bu ülkenin faizi hala çok yüksek.

Bu ülkede basit faiz yüzde 6.5 düzeyinde, Batı ülkelerindeki oranlar ise yüzde 0.25 dolayında. Arada dağlar kadar fark var. Tamam, bu ülkede enflasyon da diğer ülkelere göre yüksek ve yükselme eğilimi gösteriyor, dolayısıyla faizle enflasyonu kıyaslayınca ortada reel bir faiz kalmıyor, bu yüzden faizin artırılması gerekebilir. Ama bu durum, enflasyondan etkilenen o ülke vatandaşları, o ülke parasını kullananlar için geçerli. Ya dışarıdan döviz getirip o ülke parasıyla yatırım yapanlar… Bu ülkenin parası uzun zamandır değer yitirmiyor. Dolayısıyla dışarıdan döviz getirip o ülke parasına dönüştürerek yatırım yapanlar, "enflasyon karşılığı sayılabilecek ulusal paranın değer yitirmesi" durumu ile karşılaşmadıkları için, elde ettikleri getiriyi bir anlamda net olarak transfer etme şansına sahip olabiliyorlar.

Ancak, yüzde 6.5 faize dayalı kazançlar yetmiyor, daha fazlası isteniyor. Merkez bankasının faizi artırması gerektiği dile getiriliyor. Hatta oran bile veriliyor, ekonomi literatürüne anlamsız bir şekilde girmiş olan şekliyle ifade edilerek merkez bankasının faizi 100 baz puan artırması gerektiği dile getiriliyor. Şu "baz puan"ın nereden çıktığını da yeri gelmişken belirtelim. Özellikle faizin çok küçük oranlarda azaltılıp düşürüldüğü Japonya gibi ülkelerde rakamsal karışıklığa yol açılmaması için örneğin 0.1 puan yerine 10 baz puan kavramı kullanılmaya başlanmıştı. Bu kavram tüm ülkelerde yerleşti, örneğin 1 puan yerine 100 baz puan ifadesi tercih edilir oldu. Bu konu, kavramla ilgili, çok da önemli değil.

Merkez bankasının faizi böyle hızlı bir şekilde 1 puan artırması ve yüzde 6.5'ten yüzde 7.5'e çıkarması demek, bu ülkenin özellikle Batılı ülkelerle kıyaslanmayacak ölçüde kazanç aktarmaya devam etmesi demek. Ama bundan daha önemli sorunlar var.

Daha da artacak faiz, o ülkeye daha çok döviz girmesi ve ulusal paranın daha da değerlenmesi demek…

Değerlenen para, ihracatın sekteye uğraması, ama buna karşılık ithalatın artması demek…

İhracat ve ithalattaki bu eğilim, üretimin yavaşlaması demek…

Üretimdeki yavaşlama, zaten çok yüksek düzeyde bulunan işsizliğin daha da tırmanması demek…

Türkiye'deki durum

Bizde de tablo çok farklı değil. Enflasyon göreli olarak biraz baş kaldırdı, diye faizin artırılmasını isteyenler var. Oysa en azından, mart sonu itibariyle yıllık enflasyon şubata göre düştü. Bu durum Merkez Bankası'nın elini biraz olsun güçlendirmişe benziyor. Dolayısıyla, bu ay yapılacak toplantıda bir faiz artışı olasılığı düşük. Ama, Merkez Bankası'nın faizi artırması için gündem oluşturmaya çalışanlar da yok değil.

Ekonomik gidişat, bu yıl yalnızca Türkiye'de değil, tüm ülkelerde faizlerin artırılmasını gerektirecek gibi görünüyor, zaten bazı ülkeler faiz artışına gitti bile. Ancak, Türkiye'de artırım için henüz erken olduğu yolundaki görüşler daha çok taraftar buluyor.

Hasta neredeyse ölecek. Elde bir ilaç var, ama enflasyon gibi bir yan etki doğurduğu iddia ediliyor, o da kesin kanıtlanmış değil. Hastayı ölüme mi terk edersiniz, yoksa yan etkiye razı mı olursunuz?

Tüm yazılarını göster