Maliye politikalarında hızlanma gereği

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Başta reel kesim olmak üzere herkesin ilgisi artık maliye politikalarının üzerinde. Akıbeti bir türlü anlaşılamayan IMF görüşmelerinin uzamasında da öncelik mali disiplinde olmak üzere bu alandaki yol haritası ile ilgili tartışmaların etkili olduğu anlaşılıyor. 2009 yılı bütçesinde artık pek tartışılmayan revizyon zorunluluğu da düşünülürse önümüzdeki birkaç ayın gündeminin ağırlığı belli gibi. Krizin Türk ekonomisi üzerindeki etkisinin giderek yoğunlaşması da bununla çelişmiyor; çünkü geçen hafta değindiğimiz gibi kamu yönetiminden bu aşamada beklenecek rol, reel kesimdeki potansiyel sorunların finans sistemine de sirayet ederek sistemi zaafa uğratmasını önleyecek aktif politikalar geliştirmesi olacak. Kaynaklar sınırlı olduğuna göre seçici bir şekilde belirlenecek bu politikaların hem iç talebi ve yatırımı özendirmesi, hem de mali disiplini tehlikeye düşürmemesi gerekecek.

Yeni bir bütçe ve OVP

Hatırlarsanız, geçtiğimiz yaz temmuz ve ağustos aylarında, yani henüz kriz patlamadan bu köşede önemle ve ümitle vurguladığımız bir gelişme vardı. Ülkenin yeni bir programa ihtiyacı bulunduğunu ve haziran sonunda açıklanan 2009 - 2011 yıllarına ilişkin Orta Vadeli Program'ın para ve maliye politikaları başta olmak üzere tutarlı görünen hedefler ve prensipler koyduğunu, enflasyon kontrolüne ve mali disipline bağlılığın taahhüt edildiği bu belgenin makul çatısıyla iyi bir başlangıç olabileceğini belirtmiştik. Büyüme, istihdam, enflasyon, cari açık, faiz dışı fazla ve bütçe açığı gibi temel parametrelerin öngörüldüğü bu program, ekonomik altyapıda ve reel kesimde yüksek katma değere yönelik bir dönüşüm ve ihracat çekişli bir büyüme stratejisi üzerine oturuyordu.

Sonbaharda açığa çıkan kriz ile birlikte programın varsayımları ve temelleri sarsıldı. Bu nedenle üç yıllık perspektifin de yeniden oluşturulması gerekiyor. Ancak bu yeni programda da maliye politikalarının istikrarı için çapa ihtiyacı devam edecek. Bu çapa da, bütçe açığı ve kamu borcunun milli gelire oranı eksenlerine dayanacak bir "mali kural" ile sağlanacak.

Programın ilk yılına karşılık gelen 2009 bütçesi, yukarıda belirtilen parametreler açısından bozulmayı ne kadar sınırlayabilirse o kadar iyi. Bunun için de sadece IMF ile anlaşmanın değil, hükümetin yürürlüğe koyacağı diğer tedbirlerin de süratle hayata geçirilmesinde yarar var.

Mali disiplin bozuldu

Kasım ayından bu yana bütçe uygulama sonuçları, KDV ve ÖTV'deki düşüşün belirleyici olduğu gelir bütçesi gerçekleşmeleri ve gider bütçesindeki artış ile bütçe açığının büyüyeceğini şimdiden ortaya koyuyor.

Buna karşılık, reel kesim üretim göstergeleri de alarm veriyor. Hem sanayi üretimi, hem kapasite kullanım oranları hızlanan bir düşüş trendinde. Yani büyüme ve istihdam performansı da şimdiden fazlasıyla olumsuz sinyaller veriyor.

Kısaca mali disiplin yönünden 2008 yılı dahil son yılların başarılı performansının 2009 yılında gerçekleşmesi imkansız. Bu nedenle uygulanacak bütün politikaların, istihdam ve yatırım artışına ya da üretim ve istihdam maliyetlerini düşürmeye yöneltilmesi, böylece 2009 sonuçlarının vahametinin elden geldiğince azaltılması gerekiyor.

Torba kanunda olumlu hükümler

6 Ocak 2009 tarihli DÜNYA'da kriz ortamında uygulanabilecek maliye politikalarının niteliğine ve sınırlarına işaret etmiştik. Hükümetin geçen hafta yasama organına getirdiği kanun tasarısı, pek çok başka düzenleme ile birlikte vergi kanunları ile ilgili hükümler de getiriyor. Bunların içinde bazıları, o yazıda sözünü ettiğimiz özelliklere uyan ve bu nedenle, büyük ölçüde dolaylı da olsa, kriz karşıtı politikalar bağlamında sayılabilecek hükümler.

Öncelikle 2008 sonunda sona eren yatırım indiriminin yerine, tamamen aynı karakterde olmamakla ve iş çevrelerinin umduğu gibi yatırımın başlangıcından itibaren yararlanılacak bir teşvik özelliği taşımamakla birlikte, teşvik belgesine bağlanan yatırımlardan elde edilecek kazançlar için indirimli kurumlar vergisi gibi yeni bir uygulama getirilmekte. Tasarı ile Bakanlar Kurulu'nda il grupları itibariyle yatırıma katkı oranlarının yüzde 25

(50 milyon TL'den yüksek yatırım tutarları için yüzde 45) sınırını geçmemek üzere belirlenmesi, kurumlar vergisi oranının da yüzde 90'a kadar indirilmesi yetkisi veriliyor. Sözü edilen ikincil düzenlemeler (yani Bakanlar Kurulu kararları) belli olmadan sonuçları hakkında projeksiyon yapılamasa da, düzenlemenin olumlu nitelik taşıdığı açık.

Bu arada 5084 sayılı kanun da 2009 yılı sonuna kadar uzatılıyor; eleştirilecek yanlarına rağmen bu yasadan yararlanan işletmeler ve özellikle Anadolu iş dünyası için bu da olumlu bir düzenleme. Başbakan Yardımcısı Ekren, yeni teşvik sisteminin de 2009 içinde yürürlüğe konacağını, yani iki sistemin bir arada uygulanacağını söylüyor.

Tasarıdaki diğer bir düzenleme ile, yabancı fonların portföylerini Türkiye'de değerlendirilmesinin önü açılıyor. Küresel kaynaklardan azami yararlanma amacı ile tutarlı olması yönünden bu da isabetli bir hüküm.

Tasarıda vergi oranı ve tutarı ile ilgili sonuç doğuracak bu hükümler dışında, önemine daha önce işaret ettiğimiz, vergi bürokrasisi ve külfeti ile ilgili bir hüküm de var. Gelir vergisi aylık muhtasar beyannameleri ile sigorta pirim ve hizmet belgelerinin birlikte verilmesi öngörülüyor.

Parça parça da olsa, seçim sonrasına bırakılmayan tedbir sayısının artmasını umuyoruz. Kaynak dağıtımında önceliğin finansman, istihdam ve enerji maliyetlerinin düşürülmesinde olması gerektiğini yinelemekte de yarar görüyoruz.

Tüm yazılarını göster