Kuşlar da fazla, taşlar da

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Hep sakin ve dengeli geçmesini beklediğimiz yaz ayları fırtınalı denizler gibi dalgalı. 2010 yılındaki hızlı toparlanma, arkasından siyasi istikrar mesajı veren genel seçimler, kısa vade cenderesinden kurtulup sadece dış koşullara ve konjonktüre değil, kendi dinamiklerimize dayalı bir rota belirlememize yetmedi. Kendimizi gönül rahatlığıyla emanet ettiğimiz, aslında ne kadar süreceğini kimsenin kestiremediği küresel fon bolluğu gelişmiş merkez ülkelerinde ardı ardına patlayan işaret fişekleriyle s.o.s. verince, şimdiye kadar başarıyla yönettiğimiz konjonktüre uyum politikalarında da ciddi sorunlar baş gösterdi. Daha bir hafta öncesine kadar ekonomiyi soğutmaya, kredileri ve iç talebi kısıtlamaya çalışan Merkez Bankası, döviz kurundaki sert düzeltmenin ardından yeniden genişlemeci ve büyümeci politikalara dönüş yaptı. Yorumcular da olan biteni, ardındaki gerekçeleri ve başarı şansını anlamaya çalışıyorlar.

Model değişmezse cambazlık kaçınılmaz

Durumumuz bir bakıma ip üstünde dengesini sağlamaya çalışan, ama elindeki sopası kısa gelen cambazınkine benziyor. Hem faizlerin yükselmesini istemiyoruz, hem de döviz kurunun patlamasını. Ama haklı olarak büyümeden de vazgeçme niyetimiz yok. Bu nedenle eskiden finanse edilmesinde bir sorun görmediğimiz cari açığı, daralma eğilimine giren yeni küresel koşullarda, belli bir düzeyde tutmaya çalışıyoruz. Ancak sıcak paranın portföy yatırımlarından hemen çekilmesini önlemek için de borçlanma faizlerini yükseltmek gibi dengeleyici tedbirler alıyoruz. Yani kuşlar birden fazla olduğu için taşlarımız da birden fazla oluyor; kafaların karışması biraz da bundan.

Aslında kısa vadede riskleri önlemek için para otoritesinin aldığı tedbirlerde eleştirilecek fazla bir şey yok. Sorun ülkenin hali hazırda uyguladığı (ya da fiilen uygulamak durumunda kaldığı)  büyüme modelini biçimlendiren sanayi ve üretim yapısında. O yapının teknoloji, verimlilik, işgücü niteliği gibi özelliklerinde. Biz ise bu yapıyı dönüştürmek yerine veri kabul edip diğer bütün politikaları onun üzerine inşa ediyoruz. Sıcak para tehlikesinin artışına/azalışına göre faiz belirlemenin, ekonomide ısınma olup olmadığına göre karşılıklar gibi enstrümanları kullanmanın amacı hep bu pek de memnun olmadığımız, katma değeri az, sürdürülebilirliği kuşkulu büyüme temposunu kazasız belasız sürdürebilmek. Model sağlam olmayınca, ne kadar özenli ve ince ayar niteliğinde tedbirler alınırsa alınsın, sonuçlar da beklendiğinden farklı ve dengesiz olabiliyor. Yapıya dokunmadan, kuru düşürerek bütün sorunun çözüleceğini umanların uzun süre anlamak istemediği de bu…

Bütçe açığı riski de var

Nitekim politika faizinin indirilmesine rağmen tahvil faizlerinin yükselmesi, eşanlı tedbirler demeti süratle yürürlüğe konmasına rağmen finans krizinin dışında kalmış bir Türkiye'nin borsasının en fazla değer kaybına uğrayanlar içinde yer alması, TL'deki sert düzeltmenin bile denge sağlayacağının kuşkulu olması görünümü bulanıklaştırıp, karar birimlerini duraksatan gelişmeler.

Milli gelirin yüzde 10'u gibi tehlikeli bir sınırı aşması neredeyse kesin olan cari açığın üstüne bir de bütçe açığının eklenmesi riski de, kamu yönetiminin tedirginliğini muhtemelen arttıran önemli nedenlerden biri. Bu durum,  ayrıca, mevcut modelde büyümeyi canlı tutmak isteyişimizin temel güdüsü. Ekonomide yavaşlama, hem ithalata bağımlı gelen gelir bütçesi performansını düşürecek KDV-ÖTV azalışlarına yol açacak, hem de 36 aylık bir ödeme takvimine bağlanmış vergi ve prim borçlarının tahsilatını aksatacak. Sözün kısası, pek de sürpriz olmaması gereken, büyük ölçüde kendi tercihlerimizle ürettiğimiz tuzaklar sözkonusu. Kısa vadede kilit rolü üstlenmek durumunda olan para politikaları da cari açık endişesi ile durgunluk tehlikesi arasında sıkışmış durumda, büyüme trenini raydan çıkarmamaya çalışıyor.

Maliye politikası ve mali kural

Bu bağlamda yükselen eleştirilerden biri, para politikasına fazla yüklenildiği, maliye politikasının devreye sokulması gereği. Şu iki yılda eskisine oranla biraz gevşemekle birlikte krize rağmen fazla aksamayan mali disipline bakarsanız bu eleştiri yersiz. Ancak bir defalık gelirlerin tasarruf edilmesi ve harcamaların kontrolü konusunda konjonktürü izleyen bir bütçe politikasının netleştirilmesinde yarar var. Konjonktürden bağımsız sistemik nitelikte Gelir Vergisi reformu, işlem ve aracılık maliyetlerinin azaltılması gibi inisiyatifler ise gerekli olmakla birlikte acil çözüm paketinin parçası olamaz, hemen sonuç doğuramaz.

Aslında konjonktür bazlı maliye politikasının en güçlü enstrümanı, geçtiğimiz yıllarda gündeme gelen, "mali kural" olabilirdi. Bütçe dengesinin durumuna göre açığın ya da fazlanın dengelenmesi, bunun da büyümenin bir parametresi olarak kullanılması, konjonktür dalgalanmalarında doğan karışıklık ve paniği hafifletici bir rol oynayacaktı. Küresel para bolluğunun yarattığı iyimser büyüme beklentileri ile ertelenen bu konu, yeniden gündeme gelebilir.

Şurası açık ki bizim temel ve uzun vadede tek öncelikli sorunumuz, krizler ve ikinci dip tehlikeleri olmasa da varolan, yüksek katma değer ve sürdürülebilir büyüme sorunudur.

Tüm yazılarını göster