Olur. Oluyor zaten. Ülkemizdeki şirketlerin %99’u KOBİ ve tahminim bunun en az %90’ı kurumsallaşmış yapılar değil. Bu şirketler bir şekilde ayakta kalıyor, üretiyor, satıyor, hatta ihracat yapıyor. Ülkedeki istihdamın %70’ini, üretim değerinin %36’sını onlar sağlıyorlar.
Peki o zaman nedir bu “kurumsallaşma” tantanası? Gerçekten başarı için gerekli mi? Kurumsallaşmadan para kazanabiliyor, iş yapabiliyorsak, neden bu durumu değiştirelim? İşimize biraz daha fazla asılsak, hep birlikte daha sıkı çalışsak, bir de konjonktür olumlu yönde değişse bize yetmez mi?
Öncelikle şu veriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ülkemizde KOBİ mahiyetinde şirketlerin ikinci kuşağa devir oranı %25, üçüncü kuşağa devir oranı %9. Yani her on şirketten sadece bir tanesi torunlara kalıyor! Yani
Demek ki kurumsallaşmadan büyüyebiliyor, iş yapabiliyor, yurt dışına mal veya hizmet satabiliyorsun ama şirketi ikinci ve üçüncü kuşaklara bırakamıyorsun. Ekonomik ve yönetsel sürdürülebilirliği sağlayamıyorsun. Bu sebeple hocam biz kurumsallaşmamaktan memnunuz, bu şekilde daha hızlı hareket ediyoruz diyen dostlarımın, şirketlerinin 20-25 sene sonra iş hayatında olmayacağını söyleyebilirim. Yani kurumsallaşma olmadan belirli bir seviyeye gelebiliyor ama uzun vadede oyunda kalamıyorsun!
Burada en büyük sorun da kurumsallaşmayı yanlış anlayıp uzak durmak. Kurumsallaşmak deyince konuyu bürokrasi, hantallaşma, katmanlı yönetim, tüm şirketi profesyonellere teslim etmek, dokümantasyon olarak görmek konuya mesafeli bakmaya sebep oluyor. Oysa kurumsallaşma bunların hiçbiri değil. Kurumsallaşma, şirketi torunlara bırakacak olan kültür, felsefe ve yönetim sistemi demek. Üstelik de genel geçer reçeteler ile değil, her şirkete özel reçetelerle hayata geçirilebilecek bir yaklaşım gerektiriyor.
Şirketler torunlara kalmıyor, çünkü şirketler belirli bir ölçeğin üzerine çıktığında yönetilemez, kontrol edilemez, koordine edilemez hale geliyorlar. Kişilere bağımlılıklar artıyor. Gündem strateji ve büyümeden, operasyonda yangın söndürmeye dönüyor. Stratejik değil, operasyonel bakış hakim hale geliyor. Orta ve alt kademelerde insiyatif alınamazken, şirket sahipleri ve yönetim kurulu, icranın içinde kayboluyor. Geleceği yorumlama, sektörel öngörülerde bulunma, rekabete yönelik stratejiler uygulama kasları ortadan kalkıyor. En kötüsü de yönetimde bir sistem olmayınca, kaos ortaya çıkıyor.
Gerçek kurumsallaşma, şirkete özel yönetim sistemi kurmak ve sistemli yönetmektir. Olay sadece bu. Buna stratejik yönetişim diyorum. Sabır ve motivasyon gerektirir ama oluşturulursa, sizi ne yavaşlatır ne de engeller.
Aksine hızlandırır. Sürdürülebilir şekilde büyütür.
Türkiye’de kurumsallaşma adına pazarlanan ne varsa, ki bu alanda çalışan dostlar bana kızmasınlar ama eski moda stratejik planlamalar, kalite yaklaşımları, yeni moda dijital dönüşüm ürünleri de dahil, sizi kurumsallaştırmaz. Kurumsallaşma, şirketinize özgü bir analiz sonucu, yine size özgü bir yönetim sistemi tasarlamak ve bunu yavaş yavaş çalıştırarak, belirli bir noktada katılımcı şekilde devreye almakla olur.
Şirketin torunlara kalması için, belirli bir ölçeğe ulaştığınızda (bence bu çalışan sayısı 70, ciro 250 milyon ve üzeridir) bu konuda hazırlık yapmaya başlamalısınız. Bu noktadan sonrası stratejik yönetişim gerektirir. Hayır, ben böyle devam edeceğim derseniz, evet daha da büyüyebilir, 150 – 200 çalışana, 700-800 milyon cirolara ulaşabilirsiniz, ama sonrası gerçekten yokuş yukarı gider. Yönetmek ve kontrolü sağlamak zorlaşır. Bir sonraki ölçeğe ulaşmakta zorlanırsınız. Hatta patronlar olarak Allah korusun sağlığınızı dahi kaybedebilirsiniz.