Küresel kriz ve Türkiye'nin rotası

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Küresel finans sistemi, ABD'de, yani sistemin kalbinde başlayan son krizin ardından eninde sonunda ulaşacak yeni dengesine sarsıntılı ve aşamalı bir şekilde yol alırken, biraz da fazla gelişmiş olmadığı ve sistemin kenarında kaldığı için krizden henüz çok etkilenmeyen Türkiye'nin bundan sonra karşılaşabileceği sıkıntılara ve doğabilecek fırsatlara odaklanmak yerine, düşük çıtalı bir gündeme saplanma belirtileri göstermesi kaygı veriyor. Üstelik bu kriz bir kez daha serbest piyasa ekonomisinin başıboşluk ve kontrolsüzlük demek olmadığını, hem piyasa oyuncularının, hem de kamunun risk yönetimi ve gözetim açısından özenli ve hazırlıklı bulunmasının piyasaların sağlıklı işleyişini sağlamak için zorunlu olduğunu kanıtlamışken !...

İşimiz daha da zorlaşacak

Ancak finans sistemi ile ilgili konularda dikkatli olmamız yetmez, çünkü gelişmiş ülkelerden farklı olarak bizim çok önemli yapısal sorunlarımız var. Bu sorunlar ile ilgili yol haritası ve eylem planı arayışı sürekli olarak gündemde. Finans krizinin bize olumsuz yansıyacak etkisi, kurlar ve faizler üzerinde yaratacağı yukarı yönlü baskılar ile bu yapısal sorunların aşılmasını daha da zorlaştırması ihtimali. Gelişmiş ülkelerde ancak böyle dramatik bir finans bunalımında zorluk yaşamaya başlayan reel sektör bizde zaten kendi kurumsal/yapısal zaafları ve cari açık üreten üretim modeli ile ilgili bir dönüşüm ihtiyacı içindeyken, küresel kriz dolayısıyla artacak finansman maliyetleri, daralacak kredi ve likidite hacmi ile yüzyüze kalacak.

Kredi dışındaki dış kaynak girişleri ise ülkenin yatırım cazibesinin ve büyüme performansının rakip ülkelere göre yüksek tutulmasına bağlı olacak. Bu da portföy yatırımları için tahvillerde yüksek faiz, hisse senetlerinde yüksel potansiyel sermaye kazancı, doğrudan yatırımlar için ise başta risklerin, maliyetlerin ve vergilerin düşüklüğü, kârların ve verimliliğin yüksekliği olmak üzere bir dizi faktörün uygunluğu demek. Nedenlerini birçok kez açıkladığımız gibi büyüme için dış kaynak zorunlu olduğuna göre, Türk ekonomisinin bu beklentileri karşılayacak bir performans göstermesi ihtiyacı devam ediyor.

Kaynak girişini kalıcı kılmak

İşin bir de kâr transferi bacağı var. Çünkü kalıcı büyüme için orta vadede sadece brüt değil, net kaynak girişinin artması lazım. Yani dış yatırımcıların yurtdışına yaptıkları kâr transferlerinin kaynak girişlerine oranla sınırlı bir düzeyde kalması. Oysa son altı yılda portföy yatırımcılarının yurtdışına transfer ettiği tutar 18 milyar doları, doğrudan yatırımcıların yurtdışı kâr transferleri de özellikle son iki yılda artarak 8 milyar doları aşmış. Portföy yatırımlarında göreli olarak yüksek faiz dışında yapılabilecekler sınırlı; belki sermaye piyasalarının derinliğinin ve hacminin artırılması, borçlanma enstrümanlarına oranla hisse senedi ağırlığını büyütebilir. Doğrudan yatırımlar için yatırım ortamının sürekli geliştirilmesi ve büyüme potansiyelinin canlı tutulması dışında, kârların içeride tutulmasını ve özellikle yeni yatırımlara aktarılması büyük yarar sağlar.

Gerçekten gelişmiş ülke ekonomilerinde başlayan yavaşlama, aslında ötedenberi ihmal ettiğimiz bu konu için özellikle elverişli bir ortam yaratabilir. Sözgelişi bir türlü stratejik önceliklere yönlendirilmediğinden şikayet ettiğimiz teşvik sisteminde şimdiye kadar yer vermediğimiz bir vergi teşviğini, yabancı sermayeli şirketlere kârlarını dağıtmayıp yeniden yatırmaları halinde daha düşük bir vergileme rejimi uygulamayı süratle gündeme alabiliriz. Bu avantaj, kâr dağıtımı stopajını sıfırlamaktan belirli bir süre ile kurumlar vergisi indirimine kadar çeşitli şekillerde formüle edilebilir. Çin'in bu yöntemi başarılı bir şekilde uyguladığını not edebiliriz. Böyle bir yöntemin farklı bir versiyonu da, hâlâ tam olarak şekillenmeyen sanayi stratejisi ve teşvik sistemi öncelikleri ile uyumlu olması yani kaynak israfına yol açmayacağının garanti edilmesi şartıyla, başka ülkelere gitmelerini istemediğimiz yerli sermayeye de uygulanabilir

Sözün özü

Şöyle ya da böyle yapmamız gereken, gelişmeler bize henüz yansımadı diyerek rehavete kapılmak yerine, finansal kapitalist sistemin denetimden kaçan karmaşık mekanizmalarına bulaşacak kadar gelişmemiş olan mali sistemimizin ve yapısal kısıtlarını aşmaya çalışan reel ekonomimizin dinamiklerini, dünyadan ders alarak olgunlaştırdığımız bir risk yönetimi anlayışı içinde nasıl hızlandıracağımızın yolunu bulmaktır.

Ama şurası muhakkak ki kesinlikle kerameti kendimizde sanıp "bize bir şey olmaz" düşüncesiyle mevcut küçük ve sorunlu sistemimiz ile devam etmeyi ve on yıllardır süren verimsiz kısır döngüyü korumayı tercih etmemeliyiz. Bugün katlanacağımız külfet, yarın karşılaşabileceğimiz felaketlerden kaçınmak için zorunlu. Tabii, Amerikan bir düşünce kuruluşunun anketinde ortaya çıktığı gibi, dünyadan kopuk, yalnız, olabildiğine edilgen ve kırılgan olmak istemiyorsak!...

Tüm yazılarını göster