Kültür varlıkları ve Çarşı'nın yaramazlıkları(!)

Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Baştan belirteyim, beni bu yazıyı yazmaya iten değerli okurum Adem Çetin'in gönderdiği elektronik posta oldu. Beşiktaş taraftarı olduğunu söyleyen Çetin mesajında özetle; Beşiktaş'ın her zaman olduğu gibi üvey evlat muamelesi gördüğünü, kendi imkanlarıyla yeni ve modern bir stat inşa etmek isteyen kulübün önüne bilerek ve isteyerek engeller konduğunu, Beşiktaş'ın İnönü Stadı'ndan çıkarılarak o bölgenin ekonomik değerinden faydalanılacağını iddia ediyor. Siyah-beyazlı renklere gönül verenlerin stat konusundaki hassasiyetlerini normal karşılamak lazım çünkü diğer iki ezeli rakipten bu konuda geri kalmış durumdalar.

Modern futbolun girdileri içinde neredeyse 365 gün çalışan yeni nesil statlar büyük öneme sahip. Deloitte tarafından şubat ayında yayınlanan "The Untouchables: Football Money League" adlı rapora göre Avrupa'nın en ünlü ve zengin 20 kulübünün toplam yıllık gelirleri 4 milyar 300 milyon euro gibi devasa bir büyüklüğe ulaşmış durumda. Yaklaşık 439 milyon euro ile listede birinciliği alan Real Madrid'in "maç günü gelirleri" olarak tabir edilen girdileri, bu toplam içinde yüzde 30'luk bir paya sahip. Rakamı merak edenler için 129 milyon euro civarında olduğunu da söyleyelim. İkinci sıradaki Barcelona, toplam gelirinin yüzde 25'ini "maç günü" tabir edilen kalemden sağlıyor. Üçüncü sıradaki Manchester United'da bu oran yüzde 35, Arsenal'de yüzde 42. Anlayacağınız büyük kulüplerin büyük statlara ihtiyaç duyduğu yadsınamaz bir gerçek.

Beşiktaş yönetiminin uzun süren uğraşlar sonucunda Anıtlar Kurulu'ndan onay alması tam da siyah-beyazlı camiada bayram havası estirmişken, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın karşı argümanlarla yeni stadı bir anlamda veto etmesi deyim yerindeyse Çarşı'nın sigortalarını attırdı. En son ve güncel haliyle T.Telekom Arena'nın açılışında yaşananlarda gördüğümüz üzere, tribün tayfasının ve futbol taraftarının öfkesine gem vurmak çok da kolay değil. Hatta bu ülkede takımlara duyulan aidiyet duygusunun siyasi partilerden çok daha öte bir noktada olduğunu söylersek sanıyorum yanlış bir tespit yapmayız. Türk insanını iki saat sohbet ederek farklı bir partiye oy vermeye ikna edebilirsiniz ama öldürseniz takımını değiştiremezsiniz. Doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılabilir olsa da bizim kültürümüze özgü bir şey bu. Zaten Kültür Bakanı'nın olaya siyasi yaklaştığını da düşünmüyorum. Çekinceler her ne kadar "kültür varlıklarını koruma" hassasiyetinden kaynaklanıyor ise de yeni stada karşı ortaya konulan argümanlarda bir takım sıkıntılar var gibi. Örneğin, stadın altına yapılacak 2 bin 500 araçlık otoparkın boğaz trafiğini felce uğratacağı öngörüsü; 2010 yılında 800 bin sıfır aracın satıldığı Türkiye'de ve günde 600 yeni aracın trafiğe çıktığı İstanbul'da biraz zayıf kalıyor. İstanbul trafiği, bir nevi birleşik kaplar teorisi. Trafiğe çıkan araçların belirli noktalarda yığılmasını önlemek "otopark yapmamakla" maalesef mümkün değil. Bilakis otoparklar sağda solda kaldırım kenarlarına bırakılan ve yolları daraltan araçlar için iyi bir çözüm. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın bu konuyla ilgili röportajında "Stadı genişletemezsiniz. Altına otopark, yamacına alışveriş merkezi yapamazsınız. Orayı rant merkezine dönüştüremezsiniz. İzin vermiyorum" şeklindeki açıklaması hemen iki soru sonra verdiği "Orayı bir kültür vahasına dönüştürelim. İşletmesi yine Beşiktaş kulübüne ait olsun ama stat başka bir yere yapılsın" cevabıyla zaten kadük oluyor. Alışveriş merkezinden elde edilecek gelirlerin "rant" olarak tanımlandığı yerde kültürel alanların Beşiktaş kulübü tarafından "işletilmesi" teklif edilince, taraftarlarda oluşan "asıl maksat Beşiktaş'ı çıkarmak" fikrine çok da karşı gelinemiyor.

Gelelim meselenin asıl düğüm noktasına. Ertuğrul Günay'ın belki de istemsiz şekilde dile getirdiği "tepinme" kelimesi ve Dolmabahçe Sarayı'nın denize doğru kayması konusu sanat adamları değil, bilim adamlarınca değerlendirilmeye muhtaç. Gerçekten on binler hep bir arada hoplayıp zıplarsa böyle bir etkiyi ortaya çıkarabilirler mi? Tabii bu soruya cevap vermeden önce Kültür Bakanı tarafından teklif edilen "kültür vahasında" hiç konser verilmeyeceği kabulünü yapmak gerekiyor çünkü muhtemel konserlerin şarkı aralarında "rahat durun saray kayabilir" anonsunu yapmak kaçınılmaz olacaktır. 2007 yılında Almanya'da düzenlenen "Rock at the Ring" festivalinde Alman bilim adamlarınca bu konuda bir çalışma yapılmış. Konser alanını dolduran 50 bin seyirciye bateri eşliğinde aynı anda ve sürekli olarak zıplamaları tembih edildikten sonra Potsdam Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nce yerleştirilen sismograflardan insanoğlunun yerküreye etkisi ölçülmüş. Ortaya çıkan sonuç, orta şiddetteki bir deprem yaratmak için bir milyar kat daha fazla enerji gerektiğini göstermiş. Bunu daha iyi anlatabilmek sanıyorum şöyle mümkün. Orta ya da biraz daha büyük bir depremi yaşadığınızı hayal edin ve altınızdaki yerin sağa sola ne kadar salınacağını (gidip geleceğini) düşünün. İşte bu deneyde 50 bin kişi hep birlikte zıplayarak milimetrenin yirmide biri kadar yeri yerinden oynatmışlar. Dikkat edin, zemini kaydırmışlar demiyorum yarattıkları titreşim o kadar. Anlayacağınız, biz basın mensupları "Çarşı omuz omuza verince yeri yerinden oynattı" gibi cümleler kurduğumuzda mübalağa sanatının zirvelerinde dolaşıyormuşuz. O kadar da değilmiş!

Tüm bu fikir jimnastiğinden ortaya çıkan temel kanı, İnönü Stadı'nın üzerinde bulunduğu arazinin futbol için haddinden fazla değerli olduğu iddialarına temel oluşturur nitelikte. Ertuğrul Günay bahse konu röportajında "Bakanlığımın maddi gücü yetse, hepsini kamulaştırır yıkarım. Gökkafes'i… Swissotel'i..." diyor ama Beşiktaş oradan çıksa "paha biçilemez araziyi" kültür vahasına dönüştürmeye Kültür Bakanlığı'nın gücü yetecek mi? Ayrıca Beşiktaşlıların "Bakanın gücü bize yetiyor demek ki" serzenişlerinde haklılık payı ortaya çıkmıyor mu? İsmi Beşiktaş olan kulübün stadını Zeytinburnu'na taşımak da enteresan bir fikir olsa gerek. Bir an için bu planın gerçekleştiğini ve stadın Zeytinburnu'na taşındığını varsayalım. Bundan 25-30 yıl sonra stadın taşındığı yerin yeni bir cazibe merkezi olmayacağını kim garanti edebilir? O zaman da "Hadi bakalım tası tarağı toplayın istikamet Çatalca" mı denecek? Aslına bakarsanız bu yöntemle Beşiktaş'ın 100-150 sene sonra gerçek bir Avrupa kulübü olup maçlarını Sofya ya da Belgrad'da oynaması mümkün olabilir. Hem böylelikle yabancı kontenjanı gibi bir sorun da aşılmış olur. Bana sorarsanız bütün problem Çarşı'da. Ne gereği var takımınızı delicesine destekleyip UEFA'dan teşekkür mektupları falan almanın? Oturun tribüne çekirdeğinizi çitleyip, efendi gibi rakınızı(!) için. Ama şişesini sahaya atmayın olur mu?

Tüm yazılarını göster