Krizle hızlanan değişimde kazanmak

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkiye'nin küresel ekonomi ve siyaset ile artan ilişkisi, büyüme serüveninin zaman zaman kesintiye uğramasıyla, bazı çevrelerde bir avantaj olmaktan çok bir sorun olarak algılanıyor. Oysa geçenlerde de sözünü ettik, son elli yılda dünya ekonomisinde ortaya çıkan bütün başarı örnekleri, yol haritası ile ilgili stratejik kararlılığa sahip olmaları kaydıyla, rekabete ve dışa açık ülkelerden çıkıyor. Nitekim 80'li yıllarda başlayan, on yıllık bir duraklamadan sonra 2000'li yıllarda yeniden canlanan entegrasyon ve açıklık dönemleri hem ekonomik performansın ciddi bir şekilde düzelmesine, hem de Türkiye'nin daha fazla ilgi görüp önemsenmesine tanık olmuştur. Tabii bu durum aynı zamanda Türk ekonomisini izleyen ve irdeleyen paydaşların (yani ingilizce' deki isimlendirmesiyle stakeholder'ların) sayısının da artmasına yol açmıştır ki bunu küresel düzen içindeki sorumluluğumuzun artması olarak nitelendirmek doğru olur. Bu nedenle hakkımızda görüş ve değerlendirme yapan herkesi ve her kuruluşu komplo tasarımcısı olarak görmekten vazgeçip hızlanan değişimin kazananlarından olmaya çalışmamızda yarar var.

Yıldız ülkeler ve PwC raporu

Zaten son yıllarda eskisinden çok daha sık olarak kusurlarımızdan çok potansiyelimize odaklanan değerlendirmeler ve projeksiyonlarla karşılaşmaktayız. Unutmamak gerekir ki bu değerlendirmeler, yeni yıldız ya da yıldız adayı ekonomilere moral vermek için değil, küresel ekonominin geleceğine yön verecek trendleri objektif bir şekilde ortaya koymak, böylece bir yandan da bugünün hakim oyuncu durumundaki ülkelerine yol göstermek için yapılıyor.

Bu arada sadece öngörülen sonuçlara bakmakla yetinmemek, çalışmaların dayandığı varsayımların bulunduğunu dikkate almak lazım. Esas itibariyle bu varsayımların ortak özelliği, değerlendirmede yer alan ülke yönetimlerinin potansiyellerini kalıcı büyüme yönünden harekete geçirebilecek rasyonel stratejiler uygulayacaklarını, yol haritasının tasarlanması ve uygulamasında hata yapmayacaklarını, özellikle de yatırımları caydırmayacaklarını öngörmesi.

Bu sütunlarda 17 Nisan 2007 tarihinde ayrıntılarıyla değindiğimiz böyle bir araştırmada PricewaterhouseCoopers (PwC), küresel şirketlerin üst yöneticilerinin büyüme perspektiflerinden hareketle o tarihte G-7 ülkelerinin beşte biri büyüklüğündeki E-7 ülkelerinin 2050 yılında G-7 nin en az yüzde 25 üzerinde bir ekonomik büyüklüğüne ulaşacağını, Türkiye'nin de istikrarlı bir şekilde sürdüreceği ortalama büyüme oranına göre 2050'de dünyanın büyük ekonomileri içinde 6 ile 12 arasında bir sıra elde edeceği sonucuna varmıştı. PwC bu defa, küresel kriz sonrasında, 2030 yılına yani daha yakın bir geleceğe kadar projeksiyonlarını yenileyen bir rapor yayınladı.

Gelecek 20 yılda büyük değişim

Yeni rapor, satınalma gücü pariteleri temelinde bir karşılaştırma yapıyor. Anlaşılıyor ki küresel finans krizi G-7 ve E-7 arasındaki güç dengesi değişimini hızlandırmış. 2010'da G-7 ülkelerinin ekonomik büyüklüğü, E-7'nin yalnızca yüzde 35 üzerinde olacak. 2020'de E-7'nin G-7'yi yakalayıp geçeceği, 2030'da ise G-7'den yüzde 30 daha büyük olacağı öngörülüyor. Bu gelişmede en büyük etken durumundaki Çin, hızlı büyüme oranıyla 2020'den itibaren dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek. Hindistan ise daha erken, yani 2012'de Japonya'yı geçerek üçüncülüğe yerleşiyor. Brezilya, 2013'te İngiltere ve Fransa'yı, 2025'te de Almanya'yı geçerek beşinciliğe; Rusya 2030'da Almanya'yı geçerek altıncılığa, Meksika da 2030'da İngiltere ve Fransa'yı geçerek sekizinciliğe yükseliyor. Türkiye ise Endonezya ile birlikte, kalıcı büyüme yörüngesine girebilirse, ülkeler sıralamasında ilk 10'un hemen arkasında yer alacak.

Rapor, E-7 ülkelerinin içinde de gelecekte farklılaşacak trendlere dikkat çekiyor. Sözgelişi, Çin'in büyüme hızının 2020'den sonra, kısmen de nüfus kontrolü dolayısıyla, düşeceği ve en hızlı büyüyen ülkenin genç nüfusuyla Hindistan olacağı beklentisi bunlardan biri. Ancak bunun ön koşulunun Hindistan'ın izlemekte olduğu büyüme odaklı politikaların devamı olduğu da vurgulanıyor. Çin bir ihracat devi olmayı sürdürmekle birlikte ücret artışına paralel olarak iç pazarın önemi artacak. Hindistan, sadece outsourcing merkezi olmaktan çıkıp eğitime, mühendisliğe ve ihracat odaklı imalat sanayine yönelecek ve orta sınıfını büyüterek Pazar cazibesini arttıracak. Bu gelişmeler batılı şirketler için de kaçınılmaz gibi görülüyor, çünkü doymuş batı pazarları büyüme imkanlarını sınırlıyor.

Dünya ekonomisinin içinde dört büyük ekonomik gücün payı 2030'a kadar aynı ve yüzde 60 düzeyinde. Bunun ancak altıda biri 2000'de Çin ve Hindistan'a ait, gerisi ABD ve AB iken 2030'da Çin ve Hindistan'ın payı ABD ve AB toplamını yakalıyor. Bu radikal güç değişimi, şimdiden sosyal ve siyasal gelişmelere de yansıyor. Küresel karar otoritesi olarak G-20'nin öne çıktığı, iklim değişmesinde öncülüğün ABD ile birlikte Çin tarafından üstlenildiği, Çin'in 2008 olimpiyatlarından sonra Brezilya'nın da 2014 ve 2016'da Dünya Kupası'na ve olimpiyatlara ev sahipliği yapacağı raporda vurgulanıyor.

Türkiye'nin bu sınavdan geçişini sadece birlikte görmeyeceğiz, aynı zamanda birlikte belirleyeceğiz.

Tüm yazılarını göster