Konya'da iki gün

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

"Mutfağın Yıldızları" yarışması için bu kez Konya'daydım... Metro Group Asset Management'in organize ettiği etkinliğin İstanbul jürilerinde bulunmuş ve amatör aşçıların hazırladığı tatlılar, çorbalar, et yemekleri ve pilavlar  tatmıştım... İşlerimin yoğunluğu nedeniyle çok istememe rağmen, Gaziantep ve Adana jürilerine katılamadım. Konya Meydan Alışveriş Merkezi'ndeki seçmelerin ise ancak, son iki gününde yer alabildim... Yarışmayı geçtiğimiz haftalarda ayrıntılarıyla anlattığımdan seçmelerin 22-25 Haziran'da Meydan Merter'de, 13-16 Temmuz arasında Meydan Ümraniye'de süreceğini ve büyük finalin 20-23 Temmuz tarihlerinde yine Ümraniye'de gerçekleşeceğini belirterek bu yazıda Konya'daki iki günümden söz etmek istiyorum...

Yemek kültürü alanında uzman, araştırmacı ve yazar Nevin Halıcı geçtiğimiz yıllarda bizi Meram'daki Cemo Restaurant'a götürmüş ve orada tadı damağımda kalan muhteşem lezzette etli ekmekler yemiştim... Bu kez, restoranın Nalçacı'daki mekânına uğradık. Yarışmanın ön seçmelerini yapan ve organizasyonu yürüten Chef's İstanbul Mutfak Atölyesi'nin sahiplerinden Gülhan Kara ile birlikte etli ekmekler, bıçakaraları, Konya böreklerinden oluşan mönüyü özel üretilmiş yoğurtlar ve ayranlar eşliğinde tattık...

1988 yılından beri hizmet veren Cemo Restaurant yine sloganının hakkını verdi: "Konya'da Etliekmek Cemo'da Yenir." Gerçekten de öyle... Ardından gelen sacarası tatlısı ve kaymaklı ekmek kadayıfının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Özel olarak üretilen kaymağın tereyağ rengi, tadı ve kıvamında olduğunu da söylemeliyim.

Şehirdeki vazgeçilmez mekânlarımdan birisi de kentte Konya yemekleri yapan tek lokanta olan Köşk... Diğer gün öğle yemeği için oraya uğradığımda, sahibinin ve adının değiştiğini, Konak ismiyle hizmet verdiğini gördüm... Bahçe tanzim edilmiş, ağaçların altına da oturmak için masalar konulmuştu... Garsonlar arasında ve mutfakta tanıdık yüzler görünce sevindim, ancak lezzetlerden sanki bir şeyler eksilmişti...

Maalesef meşhur tiritçi Mithat'a gidebileceğim bir öğlenim daha yoktu... Onun lezzetlerini tatmayı bir dahaki gelişe bıraktım ve bir sabah, yine gelenekselleşen o kuzeybatı yolculuğuna çıkıp 8 kilometre ötedeki Sille'ye ulaştım...

Sille, antik bir Rum köyü. 1924 mübadelesi öncesi Ortodoks Türklerin yaşadığı bu köyün tarihi, arkeolojik verilere göre 6 bin yıl öncesine dayanıyor. İsmin kökeni konusunda da çeşitli yorumlar var. Bunlardan birisi Yunan mitolojisindeki "Silen"den (Silene) geldiği. Diğeri ise "Silenos" -kaynayıp coşarak köpürüp akan su- kelimesinden türediği... Çünkü, bir yamaca kurulan köyün ortasından bugün artık akmasa da üzerinde çok güzel taş köprülerin bulunduğu bir dere geçiyor...

Sille, Roma, Bizans, Kudüs yolu üzerinde yer aldığı için önemli bir dini merkez olmuş tarih boyunca. Dünyanın en eski ve en büyük manastırlarından biri olan Ak Manastır ("Hagios Khariton Manastırı", "Deyr-i Eflâtun") bu köyde ve yaklaşık 800 yıl kesintisiz hizmet vermiş. Şimdilerde askeri alan içinde kaldığı için ziyarete kapalı.

Tarihi İpek ve Baharat yolları üzerinde olması nedeniyle Selçuklu döneminde olduğu gibi Osmanlılar devrinde de önemini hiç yitirmemiş. Cumhuriyet öncesinde nüfusu 18 bine ulaşmış. Macar gezgini Bela Horvarth 1913 yılında Anadolu'ya yaptığı gezisinde tuttuğu notlarda Sille'de o yıllarda çoğu kayalara oyulu 60 adet kilisenin ayakta olduğunu yazmış.

Yumuşak volkanik kayalara oyulmuş bu kiliseleri, Osmanlı mezar taşlarını, bugün etnografya müzesi gibi kullanılan tarihi hamamı ve günümüze kadar gelebilmiş, ancak bugünlerde restorasyonda olan Aya Elena Kilisesi'ni ziyaret etmek mümkün. Kilise, Bizans imparatoru Konstantin'in annesi Helena tarafından Michael Archangelos adına İ. S. 371'de inşa ettirilmiş.

Sille yöresinde çıkan volkanik taşlar 2 bin derece ısıya dayanıklı... Bu taşlarla inşa edilmiş evleri kentte, camileri ise Konya'da görmek mümkün... 1900'lerde köyde yüzlerce olduğu söylenen Sille halısı üreten tezgâhların, çanak çömlek atölyelerinin bugün ancak birer örneğini görebilmek mümkün...

Köy ve çevresi SİT alanı olarak kabul edilip koruma altına alınmış ve iki yıl önceki son gelişimden bu yana ciddi bir imar ve restorasyon hareketi var. Bu nedenle de harap haldeki evlerin fiyatları bile büyük kentlerle yarışır rakamlara fırlamış...

Köyden ayrılmadan önce, köylülerin yaptığı elişlerinin, sergilerin, seramiklerin sergilendiği dükkânı da gezdim... Olumlu gelişim ve değişimleri görmek ve yaşamak güzeldi...

Tüm yazılarını göster