Kongre vadisinden çağrışımlar

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

İçinde bulunduğumuz haftada devam eden IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısının İstanbul'da yapılıyor olması gerçekten çok iyi; en azından pek sevdiğimiz magazin ve futbol eksenli gündemimiz bir nebze değişti. Gerçi bu değişikliğe memnun olmadığımızı pek yaratıcı da olmayan protestolar ile vurgulamayı ihmal etmedik. Yine de bize toptan düşman olduğundan nedense emin olduğumuz dış dünyanın, yeniden şekillenmekte olan küresel düzende Türkiye'nin de yükselen ülkeler arasında söz sahibi olabileceğini çağrıştıran bu tercihinin hem bizde de pek çok kişinin ve kesimin bu konu üzerinde kafa yormasına yol açacağı, hem de ülke tanıtımı ve imajı açısından büyük yarar sağlayacağı açık. Ayrıca dokuz ay gibi bir sürede tamamlanarak toplantıya yetiştirilen Kongre Merkezi'nin mükemmel olduğunu, organizasyonun çok iyi yürüdüğünü ve aslında son ana kadar kamuoyuna fazla tanıtım yapılmamış olan bu toplantının önemli bir başarı olarak hükümetin kredisine yazılması gerektiğini not etmeliyiz.

Finans panayırından dersler

IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısı, üst düzeydeki çok sayıda ve her ülkeden kamu ve özel kesim yöneticilerinin ve yetkin akademisyenlerin bir araya geldiği, hükümetlerin ve merkez bankalarının katıldığı resmi bölüm dışında çok yönlü tartışma, görüşme ve tanışma imkanı sağlayan bir finans panayırı. Bütün haftanızı bu konuya ayırmadınızsa yapılan toplantıların büyük bölümünü kaçırıyorsunuz. Ben de ancak katılabildiğim bazı toplantılardaki görüşleri ve değerlendirmeleri izleyebildim, Türkiye ile ilgili panele de konuşmacı olarak katkı yapmaya çalıştım. Önümüzdeki haftalarda bunlardan yakın gelecekteki yol haritamız için yararlı olduğuna inandığım bazılarını açmaya ve aktarmaya çalışacağım. Tahmin edileceği gibi, sarfedilen fikri mesainin büyük bölümü yine finansal düzenin kuralları ve dünya ekonomisinin büyüme sorunları üzerine yoğunlaşıyor.

Bugün sadece bu toplantılarda gündeme gelen ve bizim açımızdan dikkate değer çağrışımlar yaratan bazı hususlara kısaca değinmek istiyorum.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, artık mali genişlemede temkinli davranacaklarını, bu bağlamda döviz kuru ve güçlü banka sermayeleri gibi ellerini güçlendiren güvenlik yastıklarına sahip olduklarını vurguladı. Çok Taraflı Yatırım Ajansı toplantısında uluslararası sisteme enjekte edilen paranın hangi kanallardan küçük ve orta boy işletmelere aktarılacağının çözülmesi gereken öncelikli sorun olduğu ortaya çıktı. Ayrıca bölgelerin kendi içindeki ticari ilişkilerin ağırlık kazanacağı öne sürüldü. Finans piyasalarını ve mevzuatını sıkılaştırma yönünde kaçınılmaz görünen eğilimin rekabeti azaltma ve sermaye maliyetini arttırma sonucunu getireceğine işaret edildi. Cari açıkla büyümenin sürdürülebilir olmadığı, geçmişte gelişmiş ekonomilerdeki başarılı örneklerin banka borçlanmasından çok şirket tahvilleri ile borçlanmaya dayandığı belirtildi. Anlaşılan reel kesimin kurumsal altyapısı ve mevzuat çerçevesi ile ilgili olarak çıkaracağımız dersler var.

Ortak dil ve hukuki altyapı

İstanbul'un Finans Merkezi olması konusunda Ekonomik Diyalog dergisinin düzenlediği özel toplantıda da ilginç tespitlere tanık olduk. Olumlu bir uzlaşma ile çok daha geniş bir birikim ve koşul gerektiren küresel merkez yerine bölgesel merkezin hedef alınması gerektiği vurgulandı. Asıl ilginç olanı ise hepsi Türk olan konuşmacıların birinin, daha önceki oturumda salonu dolduran yabancı katılımcıların neden bu oturumu izlemediğine ilişkin sorusuydu. Mizahi bir yaklaşımla kendi verdiği "İstanbul zaten bir finans merkezi olduğu için" cevabını bir yana bırakırsak, soru yerindeydi. Bir başka özel toplantıda ve daha uzak bir otelde Kemal Derviş'in yaptığı konuşmayı dinleyen kalabalık kitlenin çoğunu yabancıların oluşturduğunu görünce, muhtemelen onlarla aynı dili kullanma konusunda eksiklerimiz olduğu akla geliyor.

Nitekim Türkiye'deki önde gelen yabancı sermayeli şirketlerin üye olduğu YASED'in 2009 yılı ile ilgili olan ve geçen hafta açıklanan ikinci Barometre araştırması, bu şirketlerin Türk ekonomisine ilişkin beklentilerinin küresel ekonomiye göre daha kötü olduğunu ortaya koyuyor. Üstelik yatırım kararlarının önündeki engeller sorulduğunda, hukuki altyapı ve hukuk uygulamasını, ekonomik istikrarın da önüne koyuyorlar. Belli ki hem reel kesimin kaynak ihtiyacının karşılanması, hem de bölgesel finans ve lojistik merkezi olma gibi haklı iddialarımızın gerçekleşmesi, kuralların istikrarına ve saydamlığına bağlı.

G-20 olmanın gereği

Resmen olmasa da fiilen küresel ekonominin patronajını ele geçirmekte olan G-20 içinde yer alma avantajını gerçek bir güce dönüştürmemiz de büyük ölçüde uluslararası sorunlara ve muhtemel çözümlere daha fazla kafa yormamıza, finans ve büyüme projeksiyonları ile ilgili entelektüel düzeyimizi yükseltmemize bağlı olacak. Bunun için de öncelikle kendi mutfağımızda sıkı bir temizlik yapmalıyız.

Dünyayı ve bölgeyi yönetmenin ön koşulu, kendimizi yönetebildiğimizi ve sorunlarımızı çözebildiğimizi kanıtlamaktır.

Tüm yazılarını göster