Kendimizi "aklayabilmek"

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Bize basit gibi gözükenler, en olağanüstü olanlardır. Çünkü deha, en karmaşık olanı, yalın biçimde anlatabilmektir.

Hiçbir hüner katmadan, en yalın sözcüklerle yazılmış şiirdir gerçek şiir:

"Gemlik'e doğru giderken/ Denizi göreceksin/Sakın şaşırma!"

Bu üç dizeye tek bir sözcük ekleyebilir misiniz? Tek bir sözcüğü anlamı yitirmeden çıkarabilir misiniz? İşte bu olağanüstü dengedir, sözün bittiği yerde bir şeyi sözle anlatma olan şiire güzelliğini veren.

Bilinmeyenler bizi korkutur. Sebep-sonuç bağlantısını kaçırdığımız yerde, hayatın karşımıza ne gibi sürprizler çıkaracağını kestiremeyiz; korkularımız artar. Oysa, korkunun yararı yok bizim için. İhtiyaç duyduğumuz, istediğimiz şeye aklımızı ve enerjimizi doğru yönlendirebilirsek, erişebiliriz.

Biz insanları başarılı kılan "evrenin dilini anlama"dır.

Çoğu kez, kültürümüzün yarattığı simgeler, görüntüler, algılama biçimleri bize evrenin dilini unutturur; çok yapay, çoğu zaman da gücümüzün sınırlarını aşan yönelişlere götürür. O zaman, içimizde yarattığımız büyük "beklenti" ile ulaşabildiğimiz "sonuç" arasındaki makas açılır. Ve biz, beklentilerini yakalayamamış insanlar ezikliğimizle ruhumuzu karartırız.

Oysa "evrenin dili" bize her zaman kendi sabrını ve gelişme ritmini anımsatır.

Gül gonca olunca, onu kıskançlıkla saran yeşil yapraklarını açtığınızda; ertesi gün güneşi özlemiş, coşkuyla açılmış bir gül göremezsiniz. Yaprakları pörsümüş, umutsuz, solmaya yüz tutmuş bir çiçek, bütün yaşama sevinci yok olmuş, açma cesaretini yitirmiştir.

Paulo Coelho'nın dediği gibi, alışmamış gözler, alışmış gözlerin göremeyeceği şeyleri görür. Alışkanlıklar, her zaman akıl gözümüzü köreltir. Alışkanlıklar en büyük afyondur; alışkanlıkların çekiciliğine kapıldığımızda, yaptığımız yanlışları görmez, gerçeklikten her geçen gün biraz daha uzaklaşırız.

Bir insanı geliştiren, başarılı kılan en önemli güç, alışkanlıklarını aşarak, analizle iş yapma yeteneğine ulaşmasıdır.

O cesur insanlar

Evrenin dilini yakalayan cesur insanlara çok şey borçluyuz. Onların cesareti olmasaydı bugün yaşamımızı kolaylaştıran çok sayıda buluşa erişebilmemiz imkansız olurdu.

O cesur insanlar ki, tabuları aşmasını bilmiştir.

O cesur insanlar ki, aklın asıl özünün tam yerinde 'hayır!" diyebilmek olduğunu kavramıştır.

O cesur insanlar ki, olanağı varken yapılmayan ya da herkesin yapmaktan kaçındığı bir eylemi, bir arayışı, karşı duruşu ortaya koyarak, erdemli olmanın doruklarına ulaşmışlardır.

O cesur insanlar ki, zaman ve mekan içinde, eksi-artı sonsuz arasında kendini belirleyebilme direncini göstermiştir.

O insanlardır ki, bizi cemaat tutsaklığından kurtarır. Kendimizi, cemaatler, takımlar, aşiretler, kümeler yöreler, akrabalar, akil adamlar ile tanımlama ilkelliğine kaptırmamızın yanlışlıklarını anlatır. Kendi ahlaki seçimlerimizi öne çıkaran, insan olarak bizi nesne olmaktan, özne olmaya taşıyan yolların taşlarını döşerler.

"Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz"

Bir sanatçı duyarlılığı ile Coelho, "…Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemektir (…) Kendi yüreğini dinle.Yüreğin her şeyi bilir, çünkü evrenin ruhundan gelmektedir ve bir gün oraya geri dönecektir," diyor.

Amos Oz'un dediğini unutmayalım: "Hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk, insanın kendi içine yaptığı yolculuktur…"

Gelin bugün kendi mahkememizi kuralım: Savcı da yargıç ta yüreğimiz olsun. Ve bu en büyük mahkemede kendimizi sorgulayalım.

Ne kadar anladık şu evrenin dilini…

Ne kadar cesaretimizi koyduk bu geçici dünyada…

Yüreğimizdeki savcının iddiaları karşısında yüreğimizin yargıcı bizi " aklıyor" mu?

Tüm yazılarını göster