Kendi modelimizi oluşturma zamanı

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Kriz sonrasında, sevgili arkadaşım Mahfi Eğilmez'in haklı olarak "süper lig" dediği grubu oluşturan, gelişmiş batı ülkelerindeki toparlanmanın beklendiğinden uzun süreceğinin anlaşılması, ilginçtir ki Türkiye'nin kapısına gelen fırsat treninin kalış süresini uzatacak. Yılın ilk yarısında gösterdiğimiz yüksek büyüme, ivmesi doğal olarak düşse de, sanıldığından daha yavaş azaldığı gibi siyasal gerilimin zayıflaması ve nihayet orta vadeli programın açıklanmasıyla geçen yıldan beri bekle-gör tavrı içindeki yatırımcı ilgisi ve piyasa göstergeleri de canlandı. Bu rahatlama, hem 2010 yılı bütçe uygulanmasında, hem de 2011 bütçesinin hazırlanmasında da büyük kolaylık sağladı. Kısaca, seçim yılı olmasına rağmen, ipin ucunu elinden kaçırmayacağı izlenimi veren bir ekonomi yönetimiyle, yeni yılı sorunsuz geçirmemiz ihtimali yüksek.

Anahtar dinamik reel sektörde

Ancak geçen haftaki yazımızın sonunda belirttiğimiz gibi, artık ay ve yıl bazındaki başarılarla yetinecek bir ülke olmadığımızı görmemiz gerek. İki açıdan böyle: Birincisi neredeyse on yıldır kriz tehlikesinden uzak yaşayan, eskisiyle kıyaslanmayacak kadar güçlü bir ekonomiye sahibiz. İkincisi, sağlam finans kesimi ve mali disiplin kararlılığı ile küresel kriz şokunu hızla atlatıp yakaladığımız avantajlı konumu iyi kullanamazsak ve ülkeler liginde kalıcı bir sıçrama gerçekleştiremezsek, dünya ekonomisi bütünüyle toparlandığında bu şansımız hiç kalmayabilir.

Bunun için yıllardır hep birlikte ayrıntılarını yazıp çizdiğimiz pek çok tartışmanın sonunda gelip dayandığı temel dinamiği hareketlendirmek zorundayız: Reel kesimin yani üretici işletmelerimizin nicelik ve nitelik olarak dönüşümü. Yapay müdahalelerle geçici koruma taleplerinin ötesine geçip yüksek katma değer üreten, verimli ve küresel rekabet yeteneği kazanmış binlerce şirketimiz olmadıkça, belki de uzun zaman kolay kolay gelmeyecek yeni fırsat trenlerini yine hazırlıksız beklemeye devam edebiliriz.

Gaziantep örneğinde çarpıcı unsurlar

Geçen hafta bir seminer vesilesiyle gittiğim Gaziantep, tam da bu bağlamda kritik çağrışımlar yarattı zihnimde. Seminer dışında şehrin önde gelen girişimcilerinden bir kaçıyla da özel görüşmeler yapma fırsatını buldum. Uzun yıllar önce kamu'daki görevim sırasında da gözlemiştim, Anadolu'da insanın adrenalin düzeyini yükselten, dünyaya bakışını iyimserleştiren bir potansiyel var. (Bunu Türkiye'de en iyi ve muhtemelen medyada ilk anlayanlardan biri de, nur içinde yatsın, Dünya gazetesinin kurucusu Nezih Demirkent idi; yeri gelmişken söyleyelim.)

Malum Anadolu'nun profilleri hızla yükselen kaplanları arasında Kayseri ile birlikte en fazla temsil yeteneği olan ve küresel yatırımcıların da uzun zamandır objektifine giren bir kentimiz Gaziantep. Rekabet güçleri ve ihracat kapasiteleri ile dikkat çeken çok sayıda şirketi var. Bu şirketlerin ilk bakışta dikkat çeken ayrıştırıcı özelliği ne derseniz, dinamik ve dışa açık bir ekonomik bir vizyon ile birlikte geleneklere bağlılığı içeren bir iş kültürü diye cevap verebiliriz. İş, sadece para kazanma aracı olarak değil, aynı zamanda en önemli tutku ve hobi olarak görülüyor. Yaşam tarzı itibariyle de varlıklı kesim ile sokaktaki vatandaş arasında fazla bir fark yok. Bu bakımdan Uzak Doğu'nun başarı modeli ile bazı benzerlikler bulmak mümkün. Bir başka başarı örneği olan Kayseri'yi de batılı yorumcuların "Türk Kalvinistleri" olarak adlandırdığını hatırlayalım.

Bu iş kültüründe girişimcilerin ağırlıklı bir özkaynak tercihi göze çarpıyor. Geleneksel ve mütevazi yaşam tarzının bir uzantısı olan yüksek tasarruf eğilimi de bunu destekliyor. En önemli yapısal darboğazlarımızdan birinin tasarruf yetersizliği olduğunu düşünürsek bu çok olumlu; ancak makul bir borç kaynağının kaldıraç gücünden yararlanmamanın, optimal ölçeğin yakalanması yönünden bir kısıt yaratabileceğini de unutmayalım. Bu kısıt ayrıca bilgi ve teknoloji üretimi ya da transferi için tahsis edilecek kaynakları yetersiz kılabilir.

Kurumsallaşma ve Planlama eksik

Kuşkusuz başka eksikler de var. Öncelikle kurumsallaşmada ve nitelikli profesyonel yönetici kullanımında alınacak ciddi mesafe olduğu dikkat çekiyor. Şirketlerin genellikle kurucu müteşebbislerin yönetiminde bulunmasının bunun sakıncalarını dengelediği düşünülebilir, ama gelecek planlamasına yeterli zaman ayrıldığı kuşkulu.

Girişimcilerin öncelikli gündeminin büyüme ve konjonktür fırsatlarının değerlendirilmesi olduğu, buna karşılık ortaklık ve işbirliği ile gelişme ihtimalinin henüz dikkate alınmadığı da gözleniyor. Oysa özkaynak ve nakit varlığı yönünden sahip olunan güç ve düşük borçluluk düzeyi, doğru stratejilerle daha büyük atılımların mümkün olabileceğini gösteriyor. Yine de bütün girişimcilerde, küresel düzeyde risk alabilecek bir ufuk zenginliği umut veriyor.

Türkiye dünya ölçüsünde bir fırsat odağı gibi görülürken, bu fırsattan en fazla biz yararlanmazsak yazık olacak. Kendi modelimizi oluşturmanın zamanıdır.

Tüm yazılarını göster