Kediler kainatın gözleridir; gözler, izler ve özler

Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Geçen hafta yeniden kapısını açtığım kedi yazılarıma bu kez evdeki kedilerle devam etsem umarım darılmazsınız. Zira kedileri tanıyanlar çok iyi bilirler, kediler gerçeğin aynasıdır. Dostlukları karşılıklı çıkar ilişkisine bağlı değildir. Ruh halinizi en az köpekler kadar anlarlar. Hiç düşündünüz mü bilmem, sizce nedir zaten kediler ve köpekleri bu kadar ayrıcalıklı kılan, elbette ne evde beslenme kolaylıkları ya da zorlukları, ne sevginizi verebileceğiniz bir varlık olmaları ne de hobi. Bence kediler ve köpekler kainatla iletişiminizin en kolay açılan kapılarıdır.

Size yakın zamanda kaybettiğim arkadaşımdan bahsetmiştim, o yalnız yaşayan biriydi, ama yapayalnız değildi. Evde dört kedisi vardı. Benim kedimi bana evlat veren de oydu. "Bir yere gidersen kedine bakarım" demişti, o daha erken gidince kedilerini de ben aldım. Ne yapalım, "arkada bırakmak" olmazdı, en azından üçü kısırlaştırılmış olduklarından sokağa salıverilmeleri de mümkün değildi, onları ben severek üstlendim. Almaya gittiğimizde annelerinin kaybının üzerinden henüz bir hafta geçmişti, ansızın ve gözlerinin önünde yapayalnız kaldıkları evde şaşkın, ürkek ve ıssızdılar. Yakalayıp kutularına koymak da bir hayli zor oldu. Zaten kısırlaştırılmış olmayan tek tekir de komşu dama kaçıp elimizden kurtuldu. Yeni evlerine geldiklerinde akşamın bir saatiydi, kapaklar açıldı, ikisi ortadan kayboldular, biri de iki metrekarelik banyoya yerleşti.

Benim evdeki kedim duruma alışmakta hiç zorlanmadı. Ortadan kaybolan ikisi saklanabilecekleri tek yer olan gardırobun altına girmişlerdi. Mecburen mama, su kapları ve kumların sayısı artırıldı, tanışmanın gerçekleşmesi için beklemeye geçildi. İlk gecenin sabahı da ilk sürprizle sonuçlandı. Evin küçük mutfağı önceki kedileri engellemek için sürme kapıyla kapatılmıştı. Sürme kapıyı iterek açabileceklerini kısa bir süre sonra anladıklarından, ucuna monte ettiğim bir çengelle ayrıca duvara sabitleniyordu. Ne var ki, sabah kahve koymak için mutfağa girdiğimde ikisini de orada buluverdim. Çengel takılıydı ve kapıyı kanırtmak dışında girme olasılıkları da yoktu. Alacalı beni görünce kaçtı, tüylü tekir üzerinde bulunduğu açılıp kapanabilir tezgahtan mutfak dolabının üstüne zıplamak isteyince tezgahı üzerinde duranlarla birlikte yere indirdi ki, dakika bir gol iki anlamında bir başarıydı bu bana karşı. Umurumda bile olmadı, kırıkları bir köşeye topladım, evden çıktım.

Günler geçiyordu. Tüylü tekir ve alacalı olanı evdeki yaşam sürem boyunca hiç görmüyordum. Başımı uzattığımda gardırobun altında gözlerinin ışıltısını seçiyordum, bazen de mutfak dolabının üzerinde kulaklarını. Evin iki stratejik noktası banyo ve mutfak ele geçirilmişti. Soğuk savaş denemez ama, mesafeli diplomatik yaklaşımımız birkaç gün sürdü.

Lakin esas büyük müdahale gelmelerinin dördüncü gününde gerçekleşti. Perşembe günüydü ki, dört arkadaş gidip geldikleri evi kapattık. Etrafı temizledik, eşyaları topladık. Kaçan kedi ortada yoktu, damda da mevcut değildi. Dördüncü kat olmakla birlikte, yine de gidebileceği yollar olduğunu fark etmiştik. Ön pencerenin önündeki, bir kedi için otoban sayılabilecek pervaza gereken mamaları koyduk, suları tazeledik. Belki geri döner diye bir kez daha umutlandık, evi kapattık. Olan bitenin hepsi kaderin ne kadar garip bir tecellisiydi. Sonra çaresiz eve döndüm. Gecenin bir yarısına kadar olan biteni bir kez daha düşündüm. Sonra banyoda oturanla ilk uzlaşma gerçekleşti. Bir ara kırçıllı gözüme içine bakarak gardırobun altından çıkmayı becerdi. Mutlu mutlu yattığımı hatırlıyorum.

Ertesi sabah uyandığımda benim kedim bir o tarafa bir bu tarafa çılgın gibi koşuyordu. Gözümü açtım, kırçıllı vasistas pozisyonunda açık olan arka çamdan kuşlara bakıyordu. Büyük bir mutluluktu benim için, lakin kısa sürdü. Gözlüğümü taktığımda fark ettiğim ilk şey hiç kıpırdamadığıydı. Kalktım ve yanına vardım, ayakları boşluktaydı. Kırçıllı kendini vasistasa asmıştı. Bir kedi kazayla kafasını vasistasa sıkıştırır mı, bence sıkıştırmaz. Boyu vasistasın açılımından zaten uzundu, dahası ben o mekanda altı kedi büyütmüştüm de, hiçbiri ne arkasını göremedikleri vasistasın dışına fırlamış ne de buna cesaret bulmuştu. Tek yaptığım bulunduğu yerden almak ve burnundan öpmek oldu. İlk ve son öpücük, onu yine kendi ellerimle eski evin arka bahçesine gömmem öğleden sonrayı buldu.

İşte bundan, diyorum ki, kediler dünyanın kainata açılan gözleridir. O gözler hep izler, sevdiği insanları gözler. Ve gelmezse beklenen, gelemeyeceği anlaşılırsa kokudan ve izden, kapılar kapanır, bir yolunu bulup sessizce çekilirler bizden.

Tüm yazılarını göster