Kamunun da şirketlerin de yönetimi zorda

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Kriz sonrası koşulları kestirmeye yönelik küresel tartışma henüz sonuçlanmış değil; kısa zamanda da sonuçlanacağa benzemiyor. Üstelik iyimserliği pompalayacak bir şekilde büyümenin yeniden yaygınlaşması durumunda da finans kaynaklarına talebin artması ve emtia fiyatları ile enflasyonist baskıların yükselme ihtimali gibi yeni sorunların nasıl aşılacağı da belli değil. Belirsizlikler önümüzdeki yıllarda hem kamu yönetimlerini, hem de şirketleri çok dikkatli davranmak zorunda bırakacak. Türkiye de hem yıllardır sürdürdüğü ve 2009'da beklemediği kadar gerisine düştüğü büyüme temposunu yeniden yakalamak, hem de düzelme yolundaki makroekonomik göstergeleri ile ilgili herhangi bir riske yol açmamak durumunda. Bu zorlu dengeyi sağlamak için bütün toplumsal kesimleri kavrayan kollektif bir irade ile belirlenen program uygulaması ve yapısal zafiyetlerini azaltma odağından uzaklaşmaması gerektiğini son aylarda tekrar tekrar vurguladık.

Güven ortamına IMF katkısı

Küresel piyasalarda Japonya'nın düşük performansı ve görünümünün S&P tarafından negatife çekilmesi ile bir kez daha artan belirsizlik, iç piyasada da, yeniden gündemin önüne çıkan IMF tartışmasıyla anlaşıldığı gibi, devam ediyor. Bu durum, bir yandan faiz ve döviz fiyatlarındaki dalgalanmayı arttırarak öngörülebilirliği dolayısıyla yatırım ortamını bozarken diğer yandan dünyada yükselen emtia fiyatları ve Türkiye'de bütçe dengesi kaygısıyla arttırılan dolaylı vergiler enflasyon riskini körüklüyor.

Kuşkusuz Türkiye'nin kısa vadeli bir finansman krizinin olmaması ve cari açığın da ekonomik daralmanın etkisiyle küçülmesi, IMF anlaşmasını kaçınılmaz olmaktan çıkarıyor. Ama zaten bu nedenle daha elverişli bir anlaşmanın imkan dahilinde olması, reel kesime daha fazla kaynak bırakılması ve aynı zamanda döviz rezervlerinin güçlendirilmesi yönünden hükümetin elini rahatlatabilir. Nitekim 10 yıllık son TL tahvil ihalesinde satışın beklentinin altında, faizin de üstünde gerçekleşmesi henüz güvenin tam anlamıyla oluşmadığını, güveni pekiştirecek desteklere ihtiyaç bulunduğunu gösteriyor. Kriz sonrasında şekillenen yeni misyonu ve esnetilen kredi koşulları ile çok daha yapıcı bir ilişkiye hazır görünen IMF, bir vesayet mercii değil yol arkadaşı olarak konumlandırılabilirse, kaynak ihtiyacı ve yatırıma desteği yönünden olumlu katkı yapacaktır.

Şirketlerin de işi zorlaşıyor

Ancak sadece kamu finansmanının rahatlatılması ve borçlanmada vadelerin uzatılması değil, reel kesim oyuncularının yeni döneme farklı bir yaklaşım ile girmeleri de önemli. Kamu ve özel kesim arasındaki mesafenin azaldığı, işbirliği ve diyalogun ise yoğunlaştığı günümüzün dünyasında sorunlarda da, çözüm reçetelerinde de iki kesim arasındaki farklılıklar, yerini benzerliklere bırakıyor. Bu ise belirsizlikler karşısında avantaj sağlamakla birlikte şirketlere toplumsal sorumluluk konusunda yükler de getiriyor.

Dünya Ekonomik Forumu'nun Davos toplantısında açıklanan PwC'nin 13'üncü yıllık küresel CEO araştırması da şirketlerin yeni dönemde işlerinin zor olduğunu, hem risk yönetimini hem de rekabetçi stratejileri eskisinden farklı ve daha iyi bir şekilde gerçekleştirmek durumunda bulunduklarını doğruluyor. 52 ülkeden 1198 üst yöneticinin (bu arada Türkiye'den de 20 kişinin) katıldığı araştırmada, önümüzdeki üç yılda şirketlerin temkinli bir iyimserlik içinde oldukları, krizin etkilerinin de 2010 ve sonrasında da devam edeceğini düşündükleri anlaşılıyor.

Şirketlerin kaygılandığı ve büyümenin önünde tehdit olarak gördüğü faktörler arasında geçen yıla göre artış gösterenler aşırı mevzuat, düşük maliyete dayalı rekabet, enerji maliyetleri, nitelikli işgücü ve korumacılık olarak ortaya çıkıyor. Yüzde 80 gibi yüksek bir oranın, maliyet kısma çabalarının önümüzdeki üç yılda da devam edeceğini ifade etmesi dikkat çekici. Yine çoğunluğun tüketicilerde tasarruf eğiliminin artacağını öngörmesi de yatırım ve büyüme güdüsünü kısıtlayıcı bir etki yapacak gibi. Kriz sonrası için işletme bazında nasıl politikalar izlenmesi gerektiği konusunda da açıklık ve uzlaşma yok. Finansal kaynaklara erişim şimdilik önemli bir sorun olarak görülmüyor, ama büyüme ve kredi talebi arttıkça bu durumun değişmesi kuvvetle muhtemel.

Kaynak kullanımında hassasiyet

Krizin yarattığı önemli bir sonuç, ekonomideki liberalleşme dozajında devlet eliyle ince ayarlar yapılmasının gerekli olabileceği inancının yaygınlaşması. Aslında liberal ekonominin sınırsız serbesti ya da başıboşluk anlamına gelmediği zaten biliniyordu. Ne var ki çoğulcu ve temsili demokraside çıkar ve baskı gruplarının artan ağırlıkları, birbirlerini yeterince dengelemediğinde, politikacıların kural belirleme işlevini gözardı etmesine ya da yanlış kullanmasına yol açabiliyor.

Maliyet yönetiminin bu kadar önem kazandığı bir süreçte bizim özel sektörümüzün duyarlılığı ve bilinci de artıyor. Özellikle devletin kural koyma iştahının, tıpkı gümrük müşavirliği tarifesinde olduğu gibi, yanlış alanlara sarkması ciddi bir dirençle karşılaşıyor.

Kaynak kullanımında hassasiyetin ve verimlilik ihtiyacının fazlasıyla arttığı bir döneme giriyoruz.

Tüm yazılarını göster