Kamu mali yönetiminde yeni düzen

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Kriz üzerine neredeyse söylenmedik laf kalmadı. Artık sıra bütüncül bir eylem planında ve kutup sayısı artan yeni küresel koşullara da ayak uydurabilen yetkin ulusal politika uygulamalarında. Unutmamak gerek ki çok kısa vade, yani önümüzdeki birkaç ay için her ülkenin birinci önceliği krizin kendisinde açtığı yaraları sarmak veya verdiği hasarı asgaride tutmak olacak. Daha sonra da likidite krizi sona erse ve fiyatlamalar yeni bir dengeye otursa bile muhafazakar yatırımcı davranışları dolayısıyla küresel konjonktürde uzunca bir süre, en az 2010'a kadar, köklü bir düzelme çok zor. Bu nedenle Türkiye'nin krize karşı konumlanmasını süratle netleştirerek ara verdiği gündemine dönmesi ve 2009 ve sonunda büyüme ve ekonomik istikrar rotasını güvenceye alacak ve yatırım iklimini canlı tutacak reformlara ve politikalara devam etmesi gerekiyor.

Ekonomik canlılık ve mali disiplin

Bu açıdan Türkiye'nin 2009'da bir yandan ekonomiyi canlandırmak, bir yandan da kriz önlemlerinin bollaştırabileceği likiditenin enflasyonu azdırmaması için mali disiplini boşlamamak zorunda olduğu da akıldan çıkarılmamalı. Zaten içinde bulunduğumuz yapısal koşullar, öteden beri birbiriyle çatışma potansiyeli taşıyan hedefleri birlikte yönetmemizi gerektiriyor.

Bu iki hedefin uyuşturulması, bütçe uygulamasında ve kamu harcama politikalarında seçici olmayı dayatıyor. Geçen haziran sonunda yayınlanan Orta Vadeli Program da, 2011'i de içeren üç yıllık dönem sonunda yüzde 23.5'e düşürülmesi öngörülen vergi yüküne rağmen bütçe harcamalarını yüzde 23'ün altına çekerek mali disiplini sürdürme perspektifini taşıyor ve oluşturulacak mali kural ile sağlam bir Maliye politikası çatısı hedefliyor. Programda kamu harcamalarının kontrolüne verilen bu önem dışında, "gelişme eksenleri" bağlamında kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılacağı da vurgulanıyor. Programı esas alarak hazırlanan AB uyum süreci ile ilgili ulusal program da, Katılım Ortaklığı Belgesi'ne paralel olarak kamu mali yönetiminin saydamlığını önemli bir hedef olarak belirlemiş.

Aslında birbiriyle tutarlı olan bu hedeflerin tümü, 5018 sayılı "Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu" ile kamu kesimi kaynakları ve politikaları konusunda öngörülen yönetim sürecini ilgilendiriyor. 2006 yılı başından beri tüm hükümleriyle yürürlüğe giren ve kamu mali yönetiminde radikal bir değişiklik getiren bu çok önemli yasa ve uygulamasının bugüne kadar pek irdelenmemiş ve tartışılmamış olması ilginç. En eski ve temel yasalarımızdan biri olan ve kamu harcamalarının tek elden yönetilmesini öngören Genel Muhasebe Yasası'nı yürürlükten kaldıran bu devrim niteliğindeki değişikliği de artık mercek altına almakta yarar var.

Kamu mali yönetiminde yeni yasa

Özünde Kıta Avrupası modelinden Anglosakson anlayışına geçiş eğilimini yansıtan yeni yasa, kamu kaynağının kullanımında saydamlığı ve amaca uygunluğu, kaynağı kullananların performansların ölçülmesini ve hesap vermelerini esas alıyor. Böylece eski sistemin uygulamadan sonra kesin hesap kanunuyla sağladığı yetersiz saydamlığın artırılması ve işlem bazlı sorumluluk yerine yönetici sorumluluğunun aranması amaçlanıyor.

Yasanın önemli bir özelliği de, kamu yönetiminin ve harcamalarının denetimini, iç ve dış denetim şeklinde iki ayaklı bir sisteme bağlamasıdır. Bir bakıma yönetimdeki değişikliğe paralel olarak Anglosakson anlayış doğrultusunda devletin bir şirket gibi performans ölçümüne ve hesap verme sorumluluğuna tabi olmasını öngören bu sistemin uygulamaya nasıl yansıyacağı henüz tam anlamıyla şekillenmemiştir. Mevcut örgütlenmede farklı kamu kurumlarında iç denetim görevi yürüten kadroların muhtemelen iç denetimdeki yeni yapıya adapte edilmesi gerekecektir. Dış denetim ise şimdiye kadar hesap mahkemesi karakteriyle bir mali yargı organı olan Sayıştay'a bırakılmıştır. Özel kesimde mali tabloların doğruluğunu denetleyen bağımsız dış denetim şirketlerinin işlevini kamu kesimi için Sayıştay'ın üstlenmesi öngörülmüştür. Devletin bu anlamda mali tabloları olmadığı için bu işlevin ne şekilde yerine getirileceği tartışmaya açıktır.

Gerçekten hem belgelerin ve hesapların doğruluğunu, hem işlemlerin yasalara ve hukuka uygunluğunu, hem de faaliyet sonuçlarının ve performansın değerlendirilmesini içereceği öngörülen bu dış denetimin sadece uluslararası denetim standartlarına referans yapmanın yeterli olmayacağı genişlikte bir kapsamının olduğu açık. Sayıştay'a, klasik görevi olan "hesap mahkemesi" rolünü çok aşan ve esasları belli olmayan işlevler yükleyen yasanın tam anlamıyla hayata geçebilmesi ve uygulanabilmesi için ayrıca kapsam içi alanlar ile ilgili pek çok yasanın da değişmesi gerekiyor.

İlginç bir öneri

Bu karmaşık tabloyu akılcı bir şekilde sadeleştirmek için Tevfik Altınok'un ilginç bir önerisi var. Uzun ve üst düzeyde bürokrasi deneyimi bulunan ve özel kesimde de yöneticilik yapmış olan Altınok, Maliye Finans Yazıları Dergisi'nin temmuz sayısında yayınlanan yazısında, diğer düzenleyici kurullar gibi bir "Bağımsız Kamu Mali Denetim Kurulu" oluşturulmasını, yasayla kurulacak bu kurula kamu dış denetimi yetkisinin verilmesini öneriyor.

Bazı detayları tartışılabilir olsa da hem Sayıştay'ı alışkın olduğu yargı görevi sınırları içinde tutacak, hem de daha önemlisi kamuda önemli birikim ve bilgi sahibi olan kadroları verimli bir organizasyonda ve 5018 sayılı yasanın amaçlarına uygun yönde kullanma imkanı verecek böyle bir örgütlenmenin, yasama organı adına kamu yönetiminin mali yönden gözetimini, saydamlığını ve denetimini sağlaması mümkün olabilir. Çağdaş piyasa ekonomilerinde düzenleyici ve denetleyici bağımsız kurulların giderek artan önemi de böyle bir inisiyatifi destekleyecektir.

Kamu mali yönetiminde etkinlik, verimlilik ve saydamlığın amacı, kısa ve orta vadeli reform paketlerinde içinin doldurulması gereken bir öncelik.

Tüm yazılarını göster