Kafamız öyle karışık ki…

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Bu yıla başlarken küresel krizi büyük ölçüde geride bıraktığımız umudunu taşıyorduk. Öyle ya, son çeyrekte yüzde 6 gibi tahminlerin üstünde bir büyüme sağlamıştık, sanayide işler düzeliyordu, üretici kesimin morali yerine geliyordu. Ama biraz erken sevindik galiba. Yalnızca biz değil, tüm dünya erken sevinme yanılgısına düştü gibi. Örneğin Yunanistan'ın durumu biliniyordu bilinmesine de, sorunun böylesine derinleşeceği ve protestoların ayaklanma noktasına varacağı ve dramatik gelişmelerin yaşanacağı tahmin edilemiyordu. Hele hele euronun ve Avrupa Birliği'nin sorgulanacağı pek hesapta yoktu.

Euronun hızla değer yitirmeye başlaması ve dolar karşısında neredeyse bir buçuk yıl öncesindeki düzeyine gerilemesi bizi ekonomik olarak çok fena sarstı, belki gelecekte daha da sarsacak. Dün detaylı olarak rakamları verdik, tekrara gerek yok; ama şu kadarını bir kez daha vurgulayalım, euronun değer kaybı bizim için ihracat ve turizm sektörü yönüyle büyük sorun oluşturacak. Parite kaynaklı bu gelişmeye karşı yapılabilecekler de çok sınırlı.

İhracattaki sıkıntıyı iç piyasanın canlılığıyla telafi etme, üretimi iç piyasaya dönük olarak artırabilme şansımız var mı, o da yok. Bakınız Türkiye'de son yıllarda görülmedik bir durum yaşanıyor. Reel faiz negatif seyrediyor. Mevduatın faizi yüzde 7-8 dolayında, hatta daha düşük oranlar da var; enflasyon çift haneli ve uzunca bir süre, en azından üçüncü çeyrek sonuna kadar yüzde 10 dolayında salınacağı artık kabul ediliyor, ama buna rağmen tasarruflar artıyor. Son bir yılda toplam mevduat yüzde 20 artış gösterdi. Döviz tevdiat hesaplarında da yüzde 14'e yakın artış var.

Vatandaş enflasyon kadar bile faiz alamıyor, ama yine de parasını bankada tutmayı tercih ediyor, harcama yapmaktan kaçınıyor. Nedeni çok açık değil mi, çünkü geleceğe ilişkin kaygılardan arınmak henüz mümkün olmadı, herkes yarın başına ne geleceğinin, işini kaybedip kaybetmeyeceğinin hesabı içinde. O yüzden de reel olarak kayba uğrasa bile parasını harcamamayı tercih ediyor.

Kapasite kullanımı gibi, sanayi üretimi gibi göstergelerde yılın ilk aylarına ilişkin veriler, biraz da baz etkisiyle çok iyi geldi. Her ne kadar kriz öncesinin çok uzağındaysak da, yine de geçen yılki kriz izleri büyük ölçüde siliniyor gibiydi. Ama şimdi moraller yeniden bozuldu, kafalar karıştı…

Takvim yaprakları 2010'u gösteriyordu; gözümüzü açtığımızda 2009'un o sisli havası yerini güneşli günlere bırakmıştı, en azından umudumuz o yöndeydi. Sonra komşuda yangın çıktı, kendini yangını söndürmek durumunda hisseden diğer site sakinleri yüzünden bizim işlerimiz bozulma eğilimi göstermeye başladı.

Sonra içerisi… Anayasa değişikliğine odaklanmış, başka bir şey düşünmez, düşünemez olmuştuk adeta. "Çocuk düşe kalka büyür" misalindeki gibi ekonomi de kendi halinde gidiyordu işte. Gidiyordu da; ihracatçının, turizmcinin yüreği ağzındaydı, küresel kriz sürecindekinden daha olumsuz bir tabloyla karşı karşıya kalınma riski vardı.

İş alemi en sevmediği türde günler yaşıyor. Belirsizlik… Yarın içeride siyaseten neler olacağı kestirilemiyor, ekonomide ne gibi gelişmeler yaşanacağı bilinemiyor, hele hele dış piyasa kaynaklı gelişmeler konusunda fikir yürütmek ve tahmin yapmak iyice zorlaşıyor, "1 dolar=1 euro" gibi tahminler can sıkmanın ötesinde uykuların kaçmasına yol açıyor.

2008'in sonu ile 2009'un ilk aylarında küresel krizin sanki dibini görmüş, sonrasında görece bir toparlanma yaşamıştık. Bu yılın ilk ayları da artık düze çıkmakta olduğumuz şeklinde yorumlanıyordu. Sakın şimdi yeni bir çöküşün eşiğine gelmiş olmayalım…

Tüm yazılarını göster