Kaçıncı bunalım

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Ekonomilerde her kriz bir yıkım değildir. Genel olarak ekonomide ortaya çıkan derin çöküşler yıkımdır ve büyük bunalım olarak adlandırılır. Dünya ekonomisinde büyük bunalım denildiğinde akla hep 1929 bunalımı gelir. 1929'daki çöküşe Büyük Bunalım denilmesinin nedeni, çöküşe kaynaklık eden ABD ekonomisindeki durgunluğun derin ve uzun sürmesidir. Büyük Bunalımın ilk yılında 1929'da işsizlik oranı yüzde 3,1 iken, dört yıl içinde bu oran 1933'te yüzde 25,2'ye kadar yükselmiştir. 1929 yılı üretimini 100 olarak aldığımızda 1932 yılı üretimi 69'a inmişti. ABD'nin Gayrisafi Milli Geliri 1929 yılında 104,4 milyar dolar iken bu rakam 1932'de 58,5 milyar dolar düzeyine inmişti. Vermiş olduğumuz bu veriler gerçekten de 1929 yılındaki çöküşü Büyük Bunalım olarak adlandırılmasının doğru olduğunu göstermektedir. 1929 Büyük Bunalım'ı, 1924 yılında başlayan ve krize değin süren bir canlanmanın bir sonrasında bir talep daralması şeklinde ortaya çıkmıştır. Büyük Bunalım ekonomiyi idare edenler kadar bankalar, reel sektördeki firmalar ve bireylerce de geç algılanmış, açıkçası kabul edilemez bir olgu olarak görülmüştür. Bu durum çözümü de zorlaştırmış ve bunalımın yarattığı etki ancak 1934 yılından itibaren azalmaya başlamıştır.

Yaşamakta olduğumuz krizde tüm ülkeler için ortak yanlardan birisi de 1929 Bunalımında olduğu gibi krizin geç algılanması ya da algılanmak istenmemiş olmasıdır. Birçok kişi için krizin 2008 yılının ikinci yarısının başlarında ortaya çıktığı düşünülse de kriz 2006 yılının Nisan ayında, tabiri caiz ise evlere girmişti. Burada ihmal edilen nokta ekonomilerde gerçekleşmelerin belli bir gecikme ile olduğudur. Bu gecikmeler önceden görülebilseydi (görülmek istense idi) özellikle beklentileri tersine çevirecek politikalar üretilebilir ve krizin yaratacağı olası hasarlar en aza indirgenebilirdi.

Şunu belirtmek gerekir: Özellikle, büyük açık ekonomiler iktisadi krizlere birden bire girmediği gibi krizlerden kısa sürede de kurtulamamaktadırlar. Bundan dolayı mevcut krizin nasıl bir kriz olduğu sorusunun doğru yanıtlanması gerekmektedir. Mevcut kriz başlangıçta sistemik bir bankacılık krizi olarak görüldüğünden dolayı hafife alınmış ve 1970'ten 2008'e kadar çeşitli ülkelerde yaklaşık 127 sistemik bankacılık krizi yaşandığı da göz önüne alınarak bankacılık sektörüne yönelik alınacak önlemler ile sorunun aşılacağı düşünülmüştü. Ancak 2009'a girilirken sorunun bankacılık krizi ile sınırlı olmadığı, yaşanan krizin tıpkı 1929 krizi gibi bir talep krizi olduğu anlaşıldı.

Bu durum, krizin alanının genişleyeceğini, süresinin uzayacağını ve maliyetinin de beklenenden daha büyük olacağını göstermektedir. Nitekim yılın son çeyreğinde 12 trilyon dolar civarında Gayrisafi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) olan ABD yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 0.5 küçülürken 2009 yılı için büyüme tahminleri de yüzde -0.9'a geriledi. Büyüme oranındaki bu keskin düşüş önümüzdeki yıl ABD işsizlik oranın yüzde 6.9 düzeylerine kadar yükseleceği öngörüsünü de güçlendirdi. Yine dünyanın üç büyük ekonomisinden biri olan Japonya'da kasım ayı sanayi üretimi yüzde 8.1 küçülerek, bu istatistiğin tutulduğu tarihten bu yana en düşük düzeye geriledi. Aynı ay için açıklanan işsizlik rakamlarına göre de Japonya'daki işsiz sayısı 100 bin kişi daha da artarak 2 milyon 560 bine, işsizlik oranı da yüzde 3.8'e yükseldi. Bu gerçekleşmeler sonrasında Japonya'nın 2009 yılında yüzde 0.1 küçüleceği tahmini de güçlendi. Benzer durum İngiltere'de de görülmektedir. İngiltere'de ekonomi, yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 0.6 küçülürken, 2009 yılında ekonominin yüzde 1.1 oranında küçüleceği öngörülmektedir.

Üç büyük ekonomi küçülürken dünya ekonomisi nasıl büyücek? Sorunun yanıtı kısa: Çin ve Hindistan ne kadar büyürse o kadar. Çünkü 2009 yılında belli başlı ekonomiler içerisinde sadece yüzde 8.0 ile Çin ve yüzde 7.3 ile Hindistan yüksek oranlı büyüyen ekonomiler olma özelliğini koruyacak gibi görünüyor.

Bu ekonomilerin en büyük özellikleri yüksek ihracat hacimleri ile yurtiçi talep de sağladıkları istikrardır. Bunun sonucunda, artık satın alma gücü ile desteklenmiş talebin tek başına yeterli olmadığı, buna istikrarlı talebin de (kavram bana ait) eşlik etmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ancak bu gerekliliğin sadece yeni iktisat politikaları üreterek yerine getirilmesi mümkün değildir. Bunun için kapitalist dünyanın, küreselleşme olgusunu yeniden düşünmesi ve farklı bir küresel dünyanın dinamikleri nasıl olmalı sorusunun yanıtını gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle birlikte bulmaya girişmesi gerekmektedir.

Bu yeni yapılanma da ortak bir aklın ürünü olmalıdır. Ancak bu şekilde dünya ekonomisi krizi hızlı ve daha düşük bir maliyetle atlatabilir.

Tüm yazılarını göster