İzafiyet esastır

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com




Türkiye'de gündem, tıpkı İstanbul'un sokakları gibi canlı ve hareketli. Ancak farkında mısınız bilmem, sıkça aksini iddia etmemize rağmen, daha çok kendimiz hakkında olumlu yanlarımızı abartarak ve pek de yeni bir şey söylemeyerek konuşmayı, analizden ve kıyaslamadan olabildiğince kaçınmayı tercih ediyoruz. Toplantılarımıza ve tartışmalarımıza zaman zaman bazen yabancıların da katılması, kendimizi ziyadesiyle küreselleşmiş hissetmemize yetiyor. Oysa ne bilinenleri bunca tekrarlamamıza, ne de başarılarımızı ya da avantajlarımızı abartmamıza gerek yok. Onlar zaten var; enerjimizi ve aklımızı eksik kaldığımız, yeterince geliştiremediğimiz alanlara yoğunlaştırsak, bilgi ve teknoloji üretme kapasitemizi, insan kaynağımızın donanımını nasıl artıracağımızı etraflıca irdelesek daha doğru bir şey yapmış olacağız. Benzetmek yanlış olmazsa çoğu zaman yaşlıların yaptığı gibi mevcudu ve yaptıklarımızı konuşmayı seviyoruz, halbuki çok genç bir toplum olarak gündemimiz daha farklı ve dinamik olmalı, gelişmeye ve geleceğe yoğunlaşmalı.

Öncü ya da izleyici olmak

Bu açıdan ilk sorun, önceliklerin yeterli ve doğru belirlenmesinde ortaya çıkıyor. Bunu yapabilmek için mutlaka bir hedefler setine, vizyona ihtiyacınız var. Aksi takdirde akıntıya göre kürek çeken, kontrolünüz altında olmayan gelişmelere ayak uydurmaya çalışan, bu arada çıkan fırsatlardan yararlanmaya odaklanan, deyim yerindeyse öncü değil izleyici, yaratıcı değil taşeron bir gelişme rotanız oluyor.

Sözgelişi son on yılda hatırı sayılır bir yükseliş ve istikrar ülkesi olarak sivrilen Türkiye, hangi alanda hangi özelliğiyle küresel dünyada liderdir diye sorarsanız, net bir cevap vermek mümkün olmuyor. Üstelik oldukça geniş ve verimli topraklarımız, genç ve çalışkan nüfusumuz olmasına rağmen bu böyle. Aynı şekilde geniş kitleler tarafından dünya çapında tanınan bir Türk markası göstermek te mümkün değil. En büyük birkaç yüz şirket arasına giren bir şirketimiz yok, en iyi yüz üniversite arasına giren bir eğitim kurumumuz da. Bilim adamı ya da sanatçı yetiştirme sicilimiz de zayıf; biraz sivrilenleri de toplumca pek sevdiğimiz söylenemez.

Rusya teknoloji üssü, biz bürokrasi

Oysa çok genç bir toplum olmanın belki de en önemli avantajı, değişme ve uyum yeteneğinin daha fazla olmasıdır. Bundan yararlanmanın birinci koşulu da eğitim kalitesini artırmayı öncelik listesinin başına yerleştirmektir. Ne var ki bu açıdan kapsamlı bir reform vizyonu ve stratejisini hayata geçirebilmiş değiliz. Bu bakımdan üzerinde konuşulması gereken belki de tek inisiyatif olan Fatih projesini de, doğrusu yanlışı artısı eksisi ile tartıştığımız, irdelediğimiz yok.

Başkalarının yarattığı başarı hikayelerini de yeterince merak edip incelemiyoruz. Geçen hafta Moskova'da izlediğim bir konferans, şimdiye kadar farkına varmadığım çarpıcı bir gelişmeyi öğrenmeme yol açtı, eminim çoğumuzun da haberi yoktur. Petrol ve doğal gaz geliri üzerine bağdaş kurduğunu düşündüğümüz Ruslar, dijital teknoloji üretiminde Avrupa'nın uzmanlık üssü haline geldiklerini, Estonya ve İsrail ile birlikte ikinci bir Silicon Valley ekseni oluşturduklarını gururla belirtiyorlar. Rus arama motoru Yandex, Google'ın tek rakibi; Türkiye'de de ofis açmış. Bu alanda yüzlerce genç girişimciyi finansal bakımdan destekleyecek risk sermayesi fonlarını da toplamayı başarmışlar. Bizde ise daha çok küçük ölçekte ve bazı kurumların sınırlı kaynaklarıyla yürütülen birkaç projeye yeni başlanıyor. Bu hareketi büyütüp genişletecek kapsamlı bir strateji ve model ise ortada yok. Oysa bir yandan milyonlarca mikro işletmemizin ölçeğini ve verimliliğini artırma zorunluluğu ile, diğer yandan yeni teknolojik devrimin üretim yapısında ve başta insan olmak üzere faktör verimliliğinde yol açmakta olduğu büyük değişime uyum gereği ile karşı karşıyayız. Bunun için de sadece geçmişe oranla geldiğimiz yere değil, başkalarına oranla bulunduğumuz yere bakmayı öğrenmeliyiz.

Polisiye mevzuat çözüm değil

Bizse, sanırım en fazla yatırım yaptığımız alan olan bürokratik refleksimizin etkisiyle, sanki dünyanın en kolay işi girişimcilikmiş gibi özel sektörün önünü açmak yerine hayatını zorlaştırmakla uğraşıyoruz. Şirketlerin makul maliyetle sermaye ve nitelikli insan kaynaklarına erişmesini sağlayacak şekilde tasarlanması gereken mevzuat düzenlemelerini, her nasılsa, korkutucu bir polisiye gözetim kodu haline getiriyoruz. Sadece özkaynaklarıyla yatırım yaparak ve borçtan kaçarak rekabet gücü kazanmayı başarmış sınırlı sayıda girişimcinin işletme maliyetini artırmayı kurumsallaşma sanıyoruz.

Üstelik yaşlanan ve krizin uzamasıyla duraklayan gelişmiş blok ülkelerinin bu durumundan yararlanacağımız ve mesafeyi kapatacağımız süre de giderek azalıyor. Ancak büyümeden vazgeçerek hızını kesebildiğimiz cari açık, büyüme olmadığı için azalan vergi gelirleri yüzünden artacak bütçe açığı ile katmerlenirse elimiz iyice daralacak. Toparlanmak zorundayız.
 

Tüm yazılarını göster