İstanbul'u 'işadamı' gibi yönetmek-2

Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 guventurk@portakalonline.com

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın "Belediye başkanı gibi değil, işadamı gibi davranmak gerektiği" yolundaki açıklamasından yola çıkmış ve bir kentin işadamı gibi değil, belediye başkanı gibi yönetilmesi gerektiğine değinmiştik. Bu arada, Topbaş'ın "büyük gelir kaybına uğradık" dediği Levent İETT garajının 2007'deki ihalesinden söz ederken, TL'lerle dolarları karıştırmışız. Sözünü ettiğimiz tüm büyüklükler TL cinsinden olacaktı. Bu nedenle sözünü ettiğimiz yılık faiz oranının yüzde 10,8 değil, yüzde 8,16 olması gerekiyor. Hesap hatası sonucunda Başkan Topbaş'a eleştiride 2,64 puan hakkımız geçtiği için kendisinden ve okurlardan özür diliyoruz. Tabii borçlanma faizinin yüksekliğiyle ilgili eleştirimiz ve -hafta boyunca yanıt alamadığımız- yazının sonundaki sorumuz hala geçerli.
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, gazetecilerle yaptığı toplantıda Levent Garajı arazisini tekrar satacaklarını, daha düşük bir fiyat kabul etmeyeceklerini söylüyor. Bu noktada Kadir Topbaş'a, bugün İstanbul'da TOKİ ve İBB eliyle kurulan rant yaratmaya dayalı finansman modelini İstanbul'un ve İstanbul halkının hiç de hak etmediğini söylemek istiyorum. Zira bir belediyenin görevi, kent arazisi üzerinde rant yaratmak değil, kent arazisinin o kentte yaşayanlar için en büyük faydayı sağlayacak şekilde kullanılmasını sağlamak olmalıdır. Ancak Başkan Topbaş, sözünü ettiğim bu "en büyük fayda"nın "para" olduğunu düşünüyor. Kent arazisi üzerinde rant yaratıp satınca, elde ettiği gelirle ulaştırma ve benzeri kamu hizmetleri için yatırım yapacağını iddia ediyor.
Rant yaratmak, bugün yaygın olarak kullanılan anlamıyla, bir arsada inşa edilebilecek kapalı alan miktarını artırmak anlamına geliyor. Satışa konu olabilecek inşaat miktarı artınca, arazi de değerlenmiş oluyor. İstanbul'da gerek belediye, gerek özelleştirme idaresi, gerek TOKİ, değişik özellikteki kamu arazileri üzerindeki inşaat iznini belediyeler eliyle artırarak bu arazilerin satışıyla gelir elde ediyor ve "hizmetlerini" yürütüyor. Hatta TOKİ kendisine verilen arazilerin imar durumunu değiştirmek için artık herhangi bir belediyeye dahi ihtiyaç duymuyor.  
Ancak bu finansman modelinin, kent halkının çok ama çok büyük bir çoğunluğunu fakirleştirdiğini hemen söyleyelim. Çünkü bir arazinin "değerini artırmak", aslında o arazinin sahibi ve o arazinin çevresindeki diğer arazilerin sahiplerini zenginleştirmek, geri kalanları ise fakirleştirmek anlamına geliyor. İstanbul'da yıllardan beri yol ve köprü geçirilmesi planlanan bölgelerdeki tarlaların "birileri" tarafından satın alınması, daha sonra imar planlarının belediyeler eliyle değiştirilerek bu arazilerin değerinin bir kaç yüz kat artırılması, aynı yönteme dayanan bir sermaye birikim modelidir.
Günümüzün kamu yöneticileri kent arsalarında fiyat artışını körükleyerek "zenginlik" yarattıklarını iddia etseler de aslında yarattıkları, çoğunluk için "fakirlik"ten başka bir şey değil. Zira kentin değeri, belediyenin bir arsaya daha fazla inşaat izni vermesiyle değil, belediye hizmetlerinin iyileştirilmesiyle artırılabilir. Daha iyi ulaşım, daha çok aktif yeşil alan, daha çok rekreasyon sahası, daha temiz bir hava, daha iyi su, daha fazla kültür, daha eşit bir refah dağılımı daha kaliteli bir yaşam anlamına gelir ve bu unsurlar bir araya geldiğinde bir kentin değeri kalıcı olarak artar.
"Charlie'nin Çikolata Fabrikası" filmini seyredenler hatırlar, ailesine yardım etmek için bulduğu "Altın Bilet"i satmak isteyen küçük çocuğa dedesinin dediği gibi, "Dünyada bugün en bol şey paradır". Oysa İstanbul'un arazisi, para karşılığı heba edilebilecek kadar çok değildir. İstanbul'un her karış toprağı İstanbullular için çok değerlidir. Son birkaç yılda önce Şişli İETT Garajı'nın Cevahir Alışveriş Merkezi'ne, Zincirlikuyu Karayolları arazisinin Zorlu Grubu'na, Mecidiyeköy Likör Fabrikası ve Ali Sami Yen Stadı arazilerinin Aşçıoğlu İnşaat'a, aslında İstanbul'un büyüklüğü ve ekonomik gücü içinde çok da önemli olmayan parasal karşılıklar uğruna kurban edildiğini gördük.
Bu arazileri elde edenler çok büyük bir maddi zenginliğe kavuşurken, bu arazilerin çevresinde yaşayanlar eğer mülk sahibi değillerse öncelikle ciddi olarak fakirleşmiş oldu. İkinci olarak mülk sahibi olsun olmasın, tümü daha yoğun bir trafiğe, daha yüksek bir yaşam maliyetine katlanmak zorunda kaldı. Yakın çevrede gerçekten yeşil alan ve rekreasyon alanı olabilecek kamuya ait son arazilerin elden çıkmasıyla, bu bölgede yaşayanlar çocuklarını götürebilecekleri gerçek bir parka sahip olma, sabahları ağaçların arasında kısa bir yürüyüş yapabilme veya akşamları kuş sesi duyabilme şanslarını sonsuza dek yitirdiler.
Oysa İstanbullular bundan daha iyisini hak ediyorlar. Başkan Kadir Topbaş, 980 milyon liraya Dubai Şeyhi El Makdum'a sattığı arazinin satışının iptal edilmesi nedeniyle çok kızgın. "Ulaşım yatırımlarını geciktirdiler" diyor. Topbaş, 980 milyon lirayı bu kadar önemsiyor, ama her yıl belediye bütçesini, ödediği vergilerle fonlarla, harçlarla, hizmet bedelleriyle finanse eden İstanbulluları pek de önemsemiyor. Oysa Maliye Bakanlığı'na yılda 110 milyar lira civarında vergi aktaran İstanbullular, 2012 tahminlerine göre Sayın Topbaş'ın başında bulunduğu belediyeye de yılda 6,6 milyar lirayı bizzat ödüyor ve bunun karşılığında da bir hizmet bekliyor. Yani İstanbul halkı, her iki ayda bir belediyeye El Makdum kadar para ödüyor, ama nedense belediye başkanından aynı teveccühü göremiyor.
İşte bu nedenle de 1994'ten beri bir zamanlar Başbakan Erdoğan'ın da içinde bulunduğu, 2002'den beri de ülke iktidarına sahip olan bir ekibin yönetimindeki İstanbul, bazı uluslararası araştırmalara göre, yaşam kalitesi açısından 215 dünya şehri arasında 114'üncülükle 121'incilik arasında gidip geliyor.
Sayın Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve arkadaşlarına tavsiyemiz, ulaştırma yatırımlarının finansmanı için İstanbulluların hizmetinde olması gereken arsaları satmak yerine, yönettikleri belediyenin ve kurdukları belediye şirketlerinin hesaplarını şeffaflaştırarak uluslararası piyasalarda uzun vadeli ve İstanbulluları zarara uğratmayacak düşük faiz oranlarıyla tahvil ihraç etmeleridir. 

Tüm yazılarını göster