İstanbul'a sahip çıkacak bir kuruluş şart...

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın, İstanbul'daki mimari kültür mirasının restorasyonu, renovasyonu ve gelecek kuşaklara daha sağlam, daha bakımlı bırakılması amacıyla yaptığı çalışmaların bazıları tamamlanıyor.

Düzinelerle sanat tarihçi, mimar, mühendis ve ustanın görev aldığı, son derece ayrıntılı ve emek yoğun bu çalışmadaki bazı eserleri size 'yeni yüzleriyle' göstermek istiyoruz.

İstanbul'da yaşamakla birlikte, gezip görme fırsatı bulamadığınız bu eserler için bir gezi programı hazırladık.

İlk ziyaret 26 Nisan 2011 Salı günü, Topkapı Sarayı'na planlandı. Programınız izin verirse Topkapı gezisi sonrası Ayasofya'ya da uğrayıp, henüz turizme açılmayan Ortodoks dünyasının bilinen en büyük vaftiz havuzunu da görmeyi planlıyoruz."

Sevgili Şadan Öymen'den gelen bu e-posta'ya "hayır" demek mümkün müydü?! Saray'ın ziyarete kapalı olduğu Salı sabahı erkenden soluğu İlber (Ortaylı) Hoca'nın makamında aldım... Tereyağları, ballar, kaymaklar, simitler, çeşit çeşit reçeller ve peynirlerden oluşan kahvaltı, Hoca'nın yorumlarıyla daha da renklendi, keyifli ve yararlı bir sohbet toplantısına dönüştü...

İlber Ortaylı'nın anlattıklarından sızan Topkapı Sarayı'yla, dünyadaki müze ve saraylarla ilgili bilgi kırıntılarından faydalanmaya çalışırken bir yorumuna takıldım kaldım. Hoca mealen diyordu ki:

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, yasal görev süresi dolduktan sonra da çalışmalarına devam etsin ki sürdürdüğü projeler bitirilebilsin, yeni projeler içinse kaynak sağlansın... Çünkü, bu veya benzeri bir kurum/kurumlar, İstanbul gibi bir kent için şart..."

İstanbul'un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmesiyle birlikte planlanan kısa vadeli konser, sergi türü etkinliklerin her zaman yapıldığını, kalıcı olmadığını düşünen bu satırların yazarı; gelecekteki kuşaklara aktarılabilecek çalışmalardan yana olduğunu sık sık vurgulamıştı...

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKBA), bütçesinin yüzde 55'ini kültür mirası yapıların ve alanların restorasyonu, bakımı ve onarımı için ayırmıştı, ama yine de azdı...

Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Galata Mevlevihanesi, Arap Camii, Vortvodz Vorodman Kilisesi, Şehzade Türbeleri, Kariye Müzesi, Süleymaniye'nin alan bazında ihyası, Sultanahmet Meydanı'nın düzenlenmesi gibi büyük ölçekli 96 proje AKBA tarafından başlatılmıştı. 218,2 milyon TL'lik bu çalışmalar arasında yeni bir müze, yeni kütüphane, opera binası gibi bu kadim kent için şart olanlar yoktu, ama yine de yapılanlar önemliydi...

Topkapı Sarayı'ndaki kahvaltıda AKBA Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç de konuştu, ardından "kentsel projeler programı" üzerine bir sunum gerçekleştirildi...

Daha sonra Topkapı Sarayı'nda ve Ayasofya'da restore ve renove edilen, AKBA'nın elinin değdiği yerler gezildi...

Topkapı'da Mutfaklar Bölümü, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, Sofa Köşkü; Ayasofya'daki çalışmalar, ilk kez ziyarete açılan Vaftiz Havuzu'nda yapılanlar etkileyiciydi, ama benim aklım İstanbul'da kentin tarihsel belleğini oluşturan yapıları koruyup kollayacak bir kuruluşun gerekliliğinde kalmıştı...

Böyle bir kurum için İstanbul'un Avrupalılarca bir yıl için kültür başkenti seçilmeye falan ihtiyacı yoktu; burası zaten daimi kültür başkentiydi... Bu kent için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, belediyelerin kaynak ayırmaları, katkıları önemliydi, ama onların bütçelerine koyulan o küçük paylarla bu kenti gelecek kuşaklara aktaran hazineleri korumak ve kollamak mümkün değildi...

Adı ajans olur, başka bir şey olur bir kurumun; sivil toplum kuruluşları, devlet ve özel sektörün elele vererek oluşturduğu bir yapının bu kente sahip çıkacak bütçeleri yaratması gerekiyordu... İstanbul'daki tarihi eserlerin, Topkapı Sarayı'nın yaşatılabilmesi için bu şarttı... Yoksa bırakın dünü, bugün bile yarınlarna kalamayacaktı...

Tüm yazılarını göster