Isındık ısınmadık derken haşlanmayalım da!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Son günlerde ekonomik aktörler arasında ekonominin ısınıp ısınmadığı konusunda "hararetli" tartışmalar yaşanmakta. Bazı yorumcular cari açıktaki "önlenemez" ve de "sürdürülemez" artışa dikkat çekerek ekonominin aşırı ısınmakta olduğunu ve "çıktı açığı" olarak ifade edilen ekonominin fiili ve potansiyel büyümesi arasındaki mesafenin hızla daraldığını iddia etmekteler. Diğer başka yorumcular ve Merkez Bankası ise özellikle kapasite kullanım oranlarındaki gelişmelere bakarak ekonominin soğutucu tedbir almayı gerektirecek derecede ısınmadığı iddiasındalar. Hatta, Merkez Bankası, Nisan ayında yayınladığı son Enflasyon Raporu'nda, bugünkü trendlerle çıktı açığının ancak Haziran 2012'de kapanacağını öngörmekte.

Gerçekten de özellikle Merkez Bankası'nın çıktı açığını tahmin ederken dikkate aldığı bir takım parametreye bakıldığında ekonomide önemli bir ısınma olmadığı söylenebilir. Örneğin, Mayıs ayı kapasite kullanım oranı her ne kadar önceki aya göre nominal bazda 0.3 puanlık bir artış göstererek 75.2'e yükselmişse de, mevsimsellikten arındırılmış oran geçen aya göre 1 puan gerileyerek 74.8 olmuş. Halbuki ekonominin oldukça ısınmış olduğu krizin hemen öncesine denk gelen 2008 yılı başında bu oran 81'e kadar çıkmıştı.

Esasen, diğer güncel veriler de ekonominin çok ısınmakta olduğunu teyit eder nitelikte değil. Tüketici güven endeksi son 3 aydır neredeyse yerinde saymakta. Reel kesim güven endeksinde ise her ne kadar Mayıs ayında önceki aya göre 0.5 puanlık bir artış görülmekteyse de, alt kalemlerden "gelecek 3 ay içindeki üretim ve sipariş beklentileri"ne bakıldığında, Nisan ayına göre bir azalma göze çarpmakta. Son olarak Mart ayına ait mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksinin de önceki aya göre %0.3 puan gerilemiş olduğunu belirtelim. Nitekim, MB de dün açıklanan Para Piyasası Kurulu toplantı özetinde "sipariş ve satış göstergeleri ile güven endeksleri de önümüzdeki dönemde iç talebin büyüme hızının yavaşlayacağını göstermektedir" şeklinde bir ifadeye yer verdi.

Bütün bu ekonomideki ılımlı seyre ilişkin göstergelere karşın, cari açığın da tutulamaz bir şekilde yükselmekte olduğu yadsınamaz. Merkez Bankası'nın toplantı özetinde vurguladığı "yılbaşından bu yana dış talep ve enerji fiyatlarında gözlenen gelişmeler cari dengedeki iyileşmeyi geciktirmektedir" şeklindeki görüşüne katılmak pek de mümkün değil. Öncelikle, aylık "petrol ve doğal gaz ithalatı dışarıda bırakılmış" ithalat hacminin Kasım ayından beri istikrarlı bir şekilde artmakta olduğunu, ve bugünkü trendlerde önemli bir değişiklik olmadığı takdirde bu sene bu şekilde hesaplanmış cari açığın milli hasılanın %4'ünü geçebileceğini belirtelim. (Bundan önce bu şekilde hesaplanmış cari dengedeki en yüksek açık %1.4 ile 1993 yılında görülmüştü.)

Belli ki, zayıf ihracat talebi, TL kurunun seviyesi ve düşük reel faizler bileşkesi iç üretimi yeteri kadar stimüle etmemekle birlikte ithalat talebinde makro dengesizliklere sebep olacak artışlar yaratmakta. Bu noktada, Merkez'in diğer bir yanılsaması da hâlâ aldığı önlemlerin (zorunlu karşılık artışları) gecikmeli yansıması olacağı şeklinde. Bu yansıma bugün olmadıysa, yarın da olmayacaktır. Üstüne üstlük, aslında döviz dengesinde bozulmalar olacağını öngörerek döviz alımlarını azaltmasını "piyasaya bu kanaldan arz edilecek Türk lirası likidite tutarı da azalacağından kredi büyümesi açısından 2011 yılının ikinci yarısında zorunlu karşılık oranlarında ilâve artışlara duyulabilecek ihtiyacın da azalacağı" şeklinde rasyonalize etmeye çalışması çok da mantıklı değil doğrusu. (Alımları bugün tamamen kesse bile, bunun piyasa likiditesini artırmama etkisi önümüzdeki 3 ay için kümülatif olarak sadece 5 milyar TL olacak.)

Son olarak, her zaman olduğu gibi, MB toplantı özetinde maliye politikasının sıkılaştırılmasına atıfta bulunmuş. Daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi artan cari açık karşısında maliye politikasının sıkılaştırılması olsa olsa gerekli ancak tek başına yeterli olmayan bir tedbir olarak görülebilir. Ayrıca, bütçenin fazla vererek piyasaya para bırakması ekonomik dışlama (crowding-out) olgusunu azaltarak reel faizlerin daha da düşmesini ve özel sektör talebinin canlı kalmasını sağlayacaktır. Halbuki, bugün cari açık olgusunu azdıran kamu değil, özel sektörün talebi.

Neticede, salt arz kaynaklı enflasyonist dinamikler açısından bakıldığında Merkez Bankası'nın bugünkü "bekle-gör" stratejisi belki makul karşılanabilir. Ancak, olaya "cari açık" gelişmelerini de dahil ederek daha geniş bir perspektiften bakıldığında, ekonomik risklerin ciddi ölçüde artmakta olduğu da ortada.

Tüm yazılarını göster