İpin ucunu tümden kaçırmamak için...

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Ne zamanki FED "Benden bu kadar, tahvil alımına artık son vereceğim" dedi, tüm Dünya'nın, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin piyasalarının tadı kaçtı. ABD'de faizlerin yükselmesi karşısında, hangi yatırımcı daha yüksek faiz uyguluyor olmalarına rağmen kur riski de barındıran ülkeleri tercih ederdi ki... Görece çok yüksek faiz uygulayan ne Brezilya gözde ülkeydi artık, ne Türkiye...

Merkez Bankası, son iki Para Politikası Kurulu toplantısında borç verme faizini toplam 1.25 puan artırdı. Ama piyasa faizine yetişmek yine de mümkün olmuyordu. Sıkıntı vardı. Önceki gün "yapılacak ikinci bir açıklamaya kadar ek parasal sıkılaştırma her gün uygulanmaya devam edilecektir" denildi. Ayrıca, bu açıklamanın yapıldığı 21 Ağustos'tan itibaren ek parasal sıkılaştırma uygulanan günlerde 100 milyon dolarlık döviz satım ihalesi açılacağı belirtildi.

Hem de bu açıklama Merkez Bankası'nın açıklaması olarak yansımadı kamuoyuna. Açıklamanın sahibi Merkez Bankası değil, Başkan Erdem Başçı'ydı. Bu şekilde de bir mesaj verilmek istenmişti anlaşılan.

Ama beklenen etki doğmadı. Açıklamanın sahibinin Merkez Bankası ya da Başkan Erdem Başçı olması hiçbir fark yaratmadı.

Çünkü sorun temelde iç kaynaklı değildi ki. Sorun, Türkiye'de konuşlanmış sermayenin; ister tahvil ve bonoda olsun, ister hisse senedinde, Türkiye'yi terk etme çabasının yarattığı tahribattan kaynaklanıyordu. Merkez Bankası, sorunu çözmek, en azından hafifletebilmek için elinden geleni yapıyordu kuşkusuz. Günlük döviz satışı 350 milyon dolara çıkarıldı ve bu tutarın gün içinde en fazla bir kez olmak üzere yukarı yönlü güncellenebileceği duyuruldu. Dün, 21 Ağustos duyurusunda "ikinci bir açıklamaya kadar süreceği" belirtilen ek parasal sıkılaştırma uygulanacak günlere ilişkin de bir açıklama geldi ve bu uygulamanın 23 Ağustos'ta (bugün) biteceği, yani üç gün uygulanmış olacağı belirtildi.

Rezerv 41 milyara indi 

Merkez Bankası'nın "görünürdeki" döviz rezervi, yani brüt döviz rezervi 100 milyar doların çok üstünde. Ama bu rakam yanıltmasın. Merkez Bankası'nın net döviz rezervinin 41 milyar dolar civarına indiği biliniyor.

Dolayısıyla Merkez Bankası'nın piyasayı sakinleştirmek için öyle her gün yüz milyonlarca dolar satma şansı bulunmuyor.

Önümüzde iki seçenek var:

Ya faizi birden ve agresif bir şekilde artırarak Türk Lirası'nı yeniden cazip hale getireceğiz; ya da döviz rezervinin iyice erimesini göze alıp faizi sabit tutarak döviz satacağız.

Aslında sonuçta aynı yere varacağız, bu kaçınılmaz görünüyor. Faizi ya şimdi artıracağız, ya elde döviz kalmayınca... Akıllıca olan, eldeki barutu bitirmeden bu operasyonu yapmak değil mi?

Çeyrek puan, yarım puan kesmiyor  

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu'nın son toplantılarının ardından yapılan açıklamalarda altı çizilen bir nokta var. Merkez Bankası, ısrarla "Mayıs ayından bu yana küresel düzeyde para politikalarına ilişkin artan belirsizlik nedeniyle sermaye akımlarında gözlenen zayıflama sürmektedir" görüşünü dile getiriyor. Hem zaten bu zayıflamanın işaretleri ödemeler dengesinde çok açık biçimde gözleniyor.

Türkiye, iki aydır (mayıs ve haziran) verdiği cari açık kadar sermaye çekemiyor, açığı kapatmak için Merkez Bankası rezervini kullanmak kaçınılmaz oluyor.

Yani sorun, bir şekilde yabancı fonları Türkiye'ye yeniden çekebilmek; bunu sağlamak gerekiyor. Bu faiz düzeyi, yabancı fonların Türkiye'ye gelmesini sağlamaya yetmiyor, bu da açık.

Hele hele Avrupa'dan gelen toparlanma sinyalleri ve uluslararası fonların son dönemde ağırlıklı olarak burayı tercih ediyor olması, Türkiye'nin şansını iyice azaltıyor.  

Yapılmak zorunda kalınacak olan belli; faiz yeniden artırılacak. Hem de daha agresif ve yüksek oranda. Öyle anlaşılıyor ki, artık çeyrek puanlık, yarım puanlık artışlar kimseyi tatmin etmiyor. Hoş bir tablo değil, ama gerçek bu! 

Tüm yazılarını göster