İçrek rüzgarlara teslim G20

A. Levent ALKAN aleventalkan@gmail.com

İçrek, herhangi bir konuyla ilgili derin bilgilerin, hatta sırların ehil olmayanlardan gizlenmesi durumudur. Küresel ekonominin özelde anlaşamayıp genelde anlaşarak, "güven krizi"nin olmazsa olmazı; güven telakki edici girişimlerle 2011 yılına kadar gelindi. Bundan sonrasında bu göstermelik uyumlar maalesef yetmeyecek. G-20 toplantılarından çıkan tablo, her gün bir adım daha köşeye sıkışan gelişmekte olan ülkeler gerçeğine işaret ediyor. Nasıl bir çözüm bekleniyordu, nasıl sonuçlar elde edildi? Korumacı politikaları, uyumsuzlukları her G-20 toplantısından anar olduk. Andığımız ve hiçbir şeyi değiştiremediğimiz toplantı sonuçları olarak kaldı. Bu kez, biraz daha umut ışığı düştü içimize.

Bu G-20 toplantısıyla; ödemeler dengesi, rezerv seviyeleri ve reel efektif kur gibi başlıklardan oluşan kriterler belirleniyor. Görüşmelerin halen sağlam bir temel üzerine oturtulduğunu düşünmüyorum. Her ülke masaya; biri gerçek, diğeri silüetten oluşan iki görüntüsüyle geliyor. Gerçek görüntüde, göstergeler için gerekli makroekonomik veriler yer alırken; silüetteyse siyasi, ekonomik, stratejik ve konjonktürel önemliliklerden oluşan bir set çıkıyor karşımıza. Gerçek görünürlüğe göre karar vermemek, krizin ana nedeniydi. Bakın Yunanistan'a, İrlanda'ya, Portekiz'e ve İzlanda'ya bunları görürsünüz.  Bir de silüetlerin belirlediği kararlar vardır. Toplantıda sorunlara çözüm, belirsizliklere şeffaflık gibi adımlar oldukça için somut kurallar konulmak isteniyor. Yani, şu kriter dediğimiz katı şeylerden. Oysa kriter oluşturulurken, her ülke bir ucundan çekiştiriyor. Sonuçta, o başlangıçtaki katılık, yerini mutlak bir esnekliğe bırakıyor. Somuta inersek, fazla veren ülkelerin dolar rezerv bulundurmakla bu krizin balonunu şişirdiğini, mısırdaki sağır sultan bile duydu. Ama karaya sabun, sağıra söz neylesin. Diyelim kriterler doğru tanımlandı. Bu kez, karşımızda yaptırımlar dağ gibi yığılacaktı ve biz o dağı hiçbir zaman aşamayacaktık.

İşte tüm bu dengesizlikler, dönüp dolaşıp gelişmekte olan ülkeleri vuruyor. Kimini enflasyonla, kimini cari açıkla, kimini değerli parayla; kimini sarsıyor, kimini yerle bir ediyor, kimini şımartarak kriz biriktiriyor. Türkiye'de sarsılanlardan birisidir. Diyeceksiniz 2009 1.çeyreğinde 125 düzeyinde İSO sanayici güveni endeksi, 2010 2.çeyreğinde 150'e dayanmışsa; sorun bunun neresindedir. Eğer cari açık 48.5 milyar dolar olmasaydı, hele hele 34 milyar dolar enerji harcamalarını çıkarttığımızda 14.5 milyar açık vermeseydik; endişe etmemiz yersiz olurdu. TL ortalamaları, 2009 - 2010 dönemi değişimini; dolar için %2.78, euro için %8.27 değer artışını ifade ediyor. Doğu ve güneydoğu hattında açılan gümrük kapıları ve ticaret kanalları, üretimimizin açıldığı yeni pazarlardır. Ancak bizim teknolojik bağımlılığımızın ve dış ticaretimizin yarısını oluşturan euro bölgesidir ve zayıflamaktadır. Biz 2009'dan gelen politikalarımızı korurken, TL'deki değerlenme 2010 boyunca etkili oluyor. 12 Kasım'da küçük küçük adımlarla TL'nin değersizleştirilmesi, rezervlerin artırılması,  kredilerin sınırlandırılmasıyla; küresel dalgaların yönüne bırakılmış para politikamız, karaya ayak basıyor. Ne küresel ekonomiye ne bizim ekonomimize; ne karanlık çöktü, ne de biz karanlığı yırtmaya çalıştık. Euro bölgesi hariç tüm ekonomiler, güpegündüz güneşli günlerindedirler. Sinoplu Diyojen elinde lambayla dolaşırken kendisine, "ne yaptığını" soranlara benziyor sorularımız. Kimseye inandırıcı gelmiyor sanayi üretimleri rekor üstüne rekor kırarken. Umarız deflasyonun yerini almış enflasyon sorunsalına vereceğimiz yanıt, Diyojen'in "adam arıyorum, adam" yanıtı kadar; ne yaptığını bilen, çözümlemeli türden olabilir. Bekleyip göreceğiz; çünkü, "zaman en büyük yargıç".

Tüm yazılarını göster