Hizmet bedeli tartışmasına devam...

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Geçenlerde de vurguladık, bu konu daha çoook tartışılır, diye. Nitekim öyle de oluyor. Konu, bankaların masraf ya da hizmet bedeli adı altında aldıkları para. Tüketiciler, bankaların bu şekilde adeta bir soygun yaptığı ve çok haksız olduğu görüşünü dile getiriyor. Bankalar ise bu ödemelerin bir hizmetin karşılığı olduğu ve normal karşılanması gerektiği görüşünü savunuyor.

Tarafların böyle birbirleriyle taban tabana zıt görüşler dile getiriyor olmalarında şaşılacak bir yön tabii ki yok. Peki, bu tartışmada hangi taraf haklı ya da hangi taraf "biraz daha" haklı? Çünkü ne tüketici için tümüyle haklı denilebilir, ne bankalar için.

Hafta başında bu köşede "Hizmet gelirleri can simidi gibi; bankalar bu gelirden kolay kolay vazgeçemez" başlıklı bir yazı yazmıştık. O yazıda da bu tartışmada taraflardan biri için mutlak haklı denilemeyeceğinin altını çizdik. Ayrıca, bankaların milyonlarca tüketiciye karşı çok daha iyi organize olabileceklerini belirttik. Tek tek bile bir ekonomik güç olan ve haklarını kolaylıkla savunabilecek durumda bulunan, Türkiye Bankalar Birliği gibi bir çatı örgütün altında daha da güçlü hareket edebilecek konumda olan bankalara karşı tüketicilerin öyle kolay kolay örgütlenemeyeceğine vurgu yaptık. Ama, "anlattıklarınız, karşı tarafın anladığıyla sınırlıdır" diye bir söz var ya, bizim bu yazdıklarımız da büyük ölçüde farklı anlaşılmış. Biz iyi anlatamadık, diyelim ve dilimiz döndüğünce yeniden anlatmayı deneyelim.

Altını kalın çizgilerle çizerek bir kez daha belirtelim; bu masraf ve hizmet bedeli konusunda ne bankalar tümüyle haklı, ne tüketiciler. Bu tartışmada da Türk halkının bilgiye ve hizmete fazla değer vermemesinin ya da fazla önemsememesinin bir yansımanı görüyoruz yine. Örneğin, doktor muayenesini "iki tık tık, bir şık şık" diye küçümsemek bize özgü bir yaklaşım değil mi. O "iki tık tık, bir şık şık"tan sonuç çıkarmayı herkes becerebilse doktora ne gerek vardı ki. Ya da, bir avukata akıl danışma karşılığı ödeme yapmak, bize ne kadar zor gelir. "Sadece üç beş dakika bir şeyler söyledi" diye küçümsemez miyiz. Söylenenin yılların birikimi olduğunu göz ardı ederek.

Bankacılık hizmetlerine yaklaşımın temelinde de biraz bu yerleşik görüş var. Türkiye'de haziran sonu itibariyle 31'i mevduat, 13'ü kalkınma ve yatırım bankası olmak üzere 44 banka bulunuyor. Bu bankaların sahip olduğu şube sayısı ise 9 bin 979. Bu bankaların hepsi için ve her tür işlem için halkı "soyup soğana çevirmek" suçlaması ne kadar doğru.

Daha önce de yazmıştık, bankalarla tüketiciler arasındaki hizmet bedeli anlaşmazlığındaki simge, kredi kartı aidatı. Bir kez daha diyoruz ki, kredi kartı aidatı 50 lira olsa, günlük 14 kuruş eder; oysa bakılması gereken, gecikme durumunda uygulanan faizdir. Faizde tavanı Merkez Bankası belirliyor ve oran aylık yüzde 2.84. Bankalar bu oranın isterlerse çok altında faiz uygulayabilirler; ama bankaların uyguladığı faiz de yüzde 2.84. Bu faize göre, 1.000 liralık borç bir ay ödenemese, zaten 28 lira faiz yükü ortaya çıkar, iki ayda yük 56 lirayı bulur. Türkiye'de kaç kişi borcunu taksitlendirmeden ödeyebiliyor ve bu yüzde 2.84'ten uzak durabiliyor. İşte o yüzden tüketicilere, tüketici derneklerine "Yanlış yere odaklanıp aidatla uğraşacağınıza, faize bakın" diyoruz ya...

Meşhur dosya masrafı polemiği
Konut kredisi kullanımı sırasında gündeme gelen bir dosya masrafı konusu var. Sahi nedir bu dosya masrafı, kredi kullanacak birinden ne diye ayrıca para alınıyor ki? Bu soru görünürde çok haklı, ama biraz bankanın bu çerçevede ne yaptığına bakmak gerek.

Konut kredisi kullanımı sırasında banka bir ekspertiz şirketine konutla ilgili bilgileri çıkarması için bir anlamda görev veriyor. Ekspertiz şirketi konutun fiziki durumuna bakıyor, emsalleriyle kıyaslayarak bir değer belirliyor, ayrıca konutun tapu kayıtlarına ulaşarak bir ipotek söz konusu mu, kredi açmaya engel bir durum var mı, yok mu, bunlar belirleniyor. Belediyeden konutun yapımı sırasında verilen ruhsat, inşaat bitince verilen yapı kullanma izin belgesi çıkarılıyor. Konut 30-40 yıl önce yapılmış olsa bile. Konutun kredi kullandırılmak için uygun olup olmadığı konusu kesin olarak ortaya çıkmış oluyor. Banka da bunun üzerine kredi veriyor ya da olumsuz bir rapor gelirse kredi vermekten geri duruyor. Kredi kullanacak olandan alınan paranın önemli bir bölümü ekspertiz şirketine aktarılıyor.

Aslında bir konut alıp, daha sonra baş ağrıtacak durumlarla karşılaşma riskini tümüyle ortadan kaldırmak için banka kredisi kullanmak ve bu kredi kullanımı sırasında ekspertiz şirketinin konutun "şeceresi"ni çıkarmasını sağlamak için yapılan o ödeme çok mu, o bile tartışılır. 

Dosya masrafı adı altında bankadan bankaya değişmek üzere 2 bin lira civarında bir ödeme söz konusu oluyor. Bu tutarın 500 lira kadarı ekspertiz şirketine yapılan ödeme, 500 lira ile 1.000 lira arası bankaya kalan tutar, kalanı da talep edilmesi halinde hayat sigortası ve diğer sigorta giderleri. Hayat sigortası büyük önem taşıyor, krediyi kullananın ölmesi halinde kredi borcu siliniyor ve mirasçılarına herhangi bir yük kalmıyor.

Diğer bedeller
Bankalar, havale ve EFT'de tutarla paralel bir masraf alıyor. Bu işlemler internette yapıldığında masraf ya hiç yok ya da daha az. İnternette daha önce masraf almayan bankaların da birer ikişer az da olsa masraf uygulamaya başladıkları görülüyor.

Havale ve EFT'de masraf alınması, aşırı olmamak kaydıyla normal karşılansa da hesap işletim ücreti adı altında vadesiz hesaplardan kesinti yapılması tüketicinin haklı olarak tepkisini çekiyor. Bankalar, vadesiz mevduat için "parayı muhafaza ettikleri" gerekçesine sığınmak istiyor. Ancak, bu gerekçe, "muhafaza edilen paranın kullanılabildiği ve bankaya para kazandırdığı" gerçeği karşısında çürüyor. Dolayısıyla bankaların öncelikle hesap işletim ücreti adıyla vadesiz hesaplardan kesintiyi kaldırması gerektiği dile getiriliyor. Tüketici, bu konuda sonuna kadar haklı.  

Tüm yazılarını göster