Hızlanmak ve dış kaynak şart

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Güneşli zamanların, yani 2002-2007 döneminin uygun koşullarını yeterince verimli kullanmadığımız, krizin reel ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin yaygınlaşıp derinleşmesi ile giderek daha iyi anlaşılıyor. Şubat ayı sonu itibariyle genel olarak yüzde 16.1'e, Türkiye açısından stratejik önemi bulunan genç nüfusta ise yüzde 28.6'ya yükselen rekor düzeydeki işsizlik, işgücüne katılım ve kayıtdışı gibi değişik faktörlerin gizlediği potansiyel de düşünüldüğünde Türkiye'nin bütün politikalarında bir numaralı öncelik konumunu hakeden vahim bir noktaya ulaşmış durumda. İçinde bulunduğumuz ekonomik yavaşlama dönemini reform ve stratejik dönüşüm için bir fırsat olarak kullanırken, oluşturulacak mekanizmaların istihdam ile ilgili sonuçlarını öncelikle gözetmek zorunda kalacağız.

İşsizlik patlaması avantajımızı yok ediyor

İşsiz sayısında geçen yıldan bu yana 1.125.000 kişilik bir artış olması ve toplam 3.802.000 resmi işsiz bulunması, Türkiye'nin rekabet gücü açısından en önemli avantajı sayılan "demografik fırsat penceresi"nin giderek önemini yitirebileceğini gösteriyor. Hele iş bulma ümidi olmayanlar ile işgücüne dahil edilmeyenleri hesaba kattığımızda yüzde 30'a yaklaşan, yani neredeyse her üç ya da dört çalışmaya hazır kişiden birinin işsiz olduğu bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.

Büyük bir bölümünü lise düzeyinden düşük eğitimlilerin oluşturduğu (yüzde 62) işsizlerin yüzde 35'i işten çıkarılan veya bağımsız işyerini kapatanlardan oluşuyor; yüzde 30'u ise geçici karakterde işlerde çalıştığı için işsiz. Öte yandan istihdam edilenlerin yüzde 52'si hizmet, yüzde 29'u sanayi, yüzde 5'i inşaat ve yüzde 22'si tarım sektörlerinde çalışıyor.

Ortaya çıkan tablo, yıllardır ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesi gereğine değindiğimiz istihdam maliyetinin azaltılması, eğitimin kalitesinin ve işlevselliğinin arttırılması ve esnek işgücü piyasalarının geliştirilmesi önceliklerinin ne kadar kritik önemde bulunduğunu, hızlanmaya neden ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

Ayrıca bazı konularda yerleşmiş kanaatlerin, sabit fikirlerin de gözden geçirilmesinde yarar var: Çatısı yeniden çatılmakta olan ve hazırlıklarının sonuçlandığı söylenen teşvik sisteminde sadece sanayi üretiminin değil, hizmetler ve tarım sektörü ile ilgili bir perspektifin de yer alması gerektiği, sadece katmadeğer ve döviz katkısı yönünden değil, istihdam yönünden de desteklenmiş oluyor.

Borçlanma ne kadar çare?

Geçen haftaki yazımızda Türkiye'nin krizin ağırlığını hissettiği bu yavaşlama döneminde çok fazla alternatifinin bulunmadığını, büyüme dinamiğini yeniden canlandırmak için yeterli iç kaynak olmadığını, bütçe kalitesini artırmak için ise kısa vadede vergiler, özellikle dolaylı vergiler tarafında umut bulunmadığından, borçlanmanın tek çare olacağını, bunu ise hem bir süre sonra faizleri yükselteceği hem de reel kesime gidecek kaynakları kısıtlayacağı için olumsuz sonuçlar doğuracağını, bu nedenlerle IMF'den uygun koşullarda alınacak kaynağın hükümetin elini rahatlatacağını ve yeni reformist politikalar için zaman kazandıracağını söylemiştik.

Bu arada basında "Hazine'nin net borçlanma limitinin, küresel kriz nedeniyle bütçe açığında oluşacak sapma dikkate alınarak, 5 kat artırılacağı" haberi yer aldı. Aslında Türkiye'nin yeni dönemdeki çapaları arasında yer alacağı uzun süreden beri tartışılan "mali kural"ın önemli bir ayağı olan bütçe açığı ve borçlanma ilişkisi böylece gevşetilmiş görünüyor. Gerçi katılım öncesi ekonomik programda bütçe açığının başlangıçta öngörülen 10.4 milyar TL'yi çok aşacağı ve 49 milyar TL olacağı hükümetçe ilan edilmişti. Anlaşılan ek bütçe çıkarmak yerine borçlanma yetkisinin artırılması tercih edilmiş. Umarız bu yöntem bir defalık uyarlama olarak kalır ve süreklilik kazanmaz.

Bir yandan finans kesimi ile reel kesim arasındaki ilişkiyi ve akışkanlığı güçlendirecek kredi garanti fonu gibi mekanizmaları beklerken, bir yandan bu ilişkiyi zorlaştıracak ve bankaları hazine borçlanma araçlarına yöneltecek bir politika düzenlemesiyle karşılaşmak pek olumlu bir etki yaratmıyor doğrusu. Ancak dış kaynak bulunmadıkça bu yavaşlama döneminde borçlanmadan başka bir çare olmadığı da açık. Hiç değilse borç kaynaklarını ekonominin verimliliğini arttırıcı ve istihdamı yükseltici altyapı yatırımlarına gitmesini sağlayabilsek!.. Oysa mevcut bütçe koşullarında bu da mümkün olmayacak.

Önce IMF, sonra doğrudan dış yatırım

Dış kaynağın kısa vadeli ve arızi olanı IMF anlaşması ise, uzun vadeli ve kalıcı olanı da doğrudan dış yatırım. Bunun sürekliliği ise ülkenin risk algılamasına, imajına, kur ve faiz gibi göstergelerdeki volatilitesinin fazla olmamasına bağlı. IMF ile anlaşma olmaması borçlanma ihtiyacının artmasına, bu ise uzun vadeli yatırım cazibesinin azalmasına yol açabilir.

Doğrudan yatırımlar ile ilgili bir başka ilginç veri de, 2004-2008 arasındaki parlak performans döneminde Türkiye'ye gelen dış yatırımın     yüzde 78'inin hizmet sektöründe, sadece yüzde 22'sinin sanayide gerçekleşmesi. İstihdam yaratma kapasitesini de gözönüne alarak hizmet sektörünü teşvik sistemi çatısında düşünmek gereğinin bir başka sebebi de bu… Doğru tedbirler için zamanımız azalıyor.

Tüm yazılarını göster