“Greenwashing” yani yeşil yıkama ya da yeşil badanalama kavramına hepimiz aşinayız. Bir kurum ya da markanın, doğa, gezegen ve çevre konularında “mış gibi” davranması, söylem-eylem boşluğu yaratması, arka tarafta bambaşka işler çeviriyorken minicik çevre odaklı bir projeyi köpürterek algımızla oynaması gibi çok farklı yollarla yapılabiliyor yeşil yıkama.
Ancak bu başımızın belası “yıkamalar” sadece yeşil olanı ile sınırlı değil. Toplumsal konuları önemsiyormuş gibi davrananların sosyal yıkamalarından, pembe ve mavi yıkamalara kadar farklı konular üzerinde algımızla oynayan ve kendisini başta türlü gösterme sahtekârlığını yapanlara kadar her yanımız bu davranışlarla çevirili.
Peki ya taahhüt yıkama
Yukarıda saydıklarım kadar bilinmeyen ve aslında çağın çok önemli bir sorunu olan bir yıkama türü daha var aslında. O yıkama türü, “Pledgewashing” yani Türkçe'ye "taahhüt/vaat/söz yıkama" diye çevirebileceğimiz bir kavram.
Pledgewahing, "bir kurum ya da markanın belirli şekilde davranacağına, belirli konulara eğileceğine, yatırımlar yapacağına, işçi haklarını iyileştireceğine ve daha birçok konuya ilişkin yapacaklarına ilişkin açıklamalar yapması, sözler vermesi ama gerçekten önemli olan herhangi bir şeyi yapmaktan kaçınması ve/veya çok az eylemde bulunması veya hiçbir anlamlı eylemde bulunmama anlamı taşıyor.
Yani, göstermelik sözler verme, göstermelik taahhüt ya da vaatlerde bulunma... Verilen sözleri her zaman tamamen tutmak elbette mümkün olamayabilir. Bu, sadece kurum ve markalar için değil hepimiz için geçerli. Bazen verdiğimiz sözü belirli nedenler tutamayabiliyoruz.
Ama yine biliyoruz ki karşı tarafa “geçerli” nedenimizi anlatır, özür diler ve gelecekte tekrar etmemesi için çaba gösterirsek zedelenen ilişkileri onarabiliriz. Çünkü herkes hata yapar. Ancak, verilen sözlerin ve taahhütlerin tutulmaması bir patern haline geldiyse orada ciddi bir sorun başlıyor. Hele ki insanların, STK'ların, tüketicilerin, medyanın verilen sözlerin takipçisi olmadığı ortamlarda “pledgewashing” şahane bir yöntem.. Günü kurtarıyor, sizi manşetlere taşıyor, medya kapsamı sağlıyor, alkışlatıyor..
Peşine düşen olmayınca da sıfır maliyetli iletişim fırsatı sunuyor. Ama dünyanın geldiği noktada amaç günü kurtarmak mı olmalı yoksa gerçek ve güvene dayalı bir gelecek yaratmak mı? İşte tam bu noktada kurumsal vicdan devreye giriyor. Vicdanların günü kurtarma peşine düşüp geleceği ve güveni yok etmemesini umuyorum.