Her kriz " yeni zenginler" yaratır

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Krizle ilgili yazılarımızın temel varsayımını anımsayalım: "Olağan koşullarda bir çan eğrisi gibi denge durumunu sürdüren yaşam; belli değişmelerin biriken etkisi ile 'kritik eşiğe' ulaştığında kırılır.Çan eğrisi, yukarıdan aşağıya eğriyle gösterilebilen, az sayıdaki çok büyükler ile çok sayıdaki küçüklerin asimetrik dağılımından oluşan bir yapı ortaya çıkar. Doğa kritik eşikte durmayı sevmediğinden "kuvvet yasaları" devreye girer; 'yeni denge' oluşturma süreci hızlanır. Yeni denge sürecinde, hayatın öz geçeği dört eksende hareket eder: 'ayıklananlar', 'mevcudu koruyanlar', 'yeni fırsat alanlarında iş geliştirenler' ve ' öncü icat ve buluş alanları' ."

Ayıklama sürecini 30 Kasım 2008, mevcudu koruma araçlarını 6 Aralık 2008 günü bu sütunda okuyucu ile paylaştık. Bugünkü yazımızda, "yeni fırsat alanlarında işleri geliştirmenin" araçları üzerinde durmak istiyoruz. Çok sayıdaki "değişken" arasında önemli bulduğumuz beşi üzerinde duracağız:

.Olgunluk dönemi üretim alanlarında 'boşluk" yakalayanlar,

.Uygun sermaye ölçeği yaratmak için "işbirlikleri" gerçekleştirenler,

.Sinerjik kümelenmelerle "karşılaştırmalı üstünlük" yaratanlar,

.Yönetişim uygulamaları aracılığı ile "rekabet gücü" yaratanlar,

.İç ve dış inovasyon kanallarını kullanarak "farklı olanı" sunmayı becerenler…

I

Olgunluk dönemi ürünler

Kriz sonrasında, ileri bilim-teknoloji- odaklı yeni iş alanlarında etkinlik gösterenlerin kazançlı çıktığı düşüncesine saplanıp kalırsak, kendimizi yanıltmış oluruz. Bağımsız bir dizi araştırma kanıtlıyor ki, işin "yapısal ve ekonomik" özellikleri birikim yeteneğini sürdürebilmede birinci derecede etkili değil. "İşi yönetme tarzı" başarılı sonuçlar yaratmanın gerek şartı.

İsviçre'de Nicolas Hayek, çağın malzemelerini ve çağdaş iş süreçlerini ve yönetim tekniklerini kullanarak, dünyanın en yüksek ücretli ülkesinde, olgunluk dönemi üretimlerin önde geleni olan saat üretiminde devrim yaratmıştır. Swatch saatleri, piyasada aldığı paylarla, İsviçre saatçiliğini yitirdiği tahtına tekrar çıkartmıştır.

Kriz sonrasında birçok girişimci, olgunluk dönemi üretim alanında, toplumun kültürel arka planını iyi yakalayarak işinde atak yapabilecektir.

Kriz sonrasında üretimdeki iş bölümü kaçılmaz biçimde yeniden biçimlenecektir. Bu yeni işbölümü sürecinde eğilimleri doğru yakalayanlar; doğru bir ağ kurumu yaratarak işlerini büyütecektir. Örneğin, gelişmiş ülkelerin koşullarında karşılaştırmalı üstünlüğünü yitiren, bizim ülkemizde daha uzun bir süre korunabilecek üretim alanlarında atak yapan, işbirlikleri oluşturan, doğru partnerler arayıp bulanlar "yeni zenginler" arasındaki yerini alacaktır.

II

İşbirlikleri için ön hazırlık

Kültürel önyargıları, yerleşik doğruları ve kalıp düşüncelerini bir türlü kıramayan girişimciler kriz öncesinde, "…bizde ortak çalışma olmaz!" düşüncesine kendilerini iyice kaptırmıştı. Krizin yarattığı "yeni eğilimler" girişimcilerin ezberini bozacaktır.

Ülkemizin kendi yapısal ve ekonomik özellikleri, gelecek dönemde ortaya konacak "reform süreci" bir dizi alanda "işbirlikleri" yapmadan başarılı olmayı olanaksız hale getirecektir.

Türk Ticaret Konunu özünden çok şey yitirmeden yasalaşırsa, endüstri-devlet ilişkilerinde yeni bir düzen ortaya çıkacaktır. Basel II gibi kurallar şimdilik ertelenmiş olsa da, modernleşmenin "eşdeğerlilik" ilkesine dayalı olması nedeniyle daha başka kurallar "ciddi bir kayıt sistemini" hayatın vazgeçilmezleri arasına sokacaktır. Birçok üretim alanında sadece iç pazara dönük üretim ölçeği yetmeyeceği için "pazarımız dünyadır" şiarı öne çıkacaktır.

İçinde yaşadığımız yüzyılda rekabetin "emek-sermaye ekseninden,yaratıcı-girişimcilik eksenine" kayması; "satıcı piyasa egemenliğini,alıcı piyasa egemenliğine bırakması", ölçeğe dayalı rekabetin "sermaye ölçeklerini" büyütmesi vb. bir dizi temel eğilim "işbirliklerini" gerektirmektedir.

Ülkemizde tasarruf oranının düşük, özellikle küçük ve orta ölçek işyerlerinde "sermaye yetersizliğinin" yaygın olduğunu göz önüne alırsak; işbirliği yapabilenlerin "yeni zenginler" arasında yer alacaklarını öngörmek bir kehanet olmaz.

İşbirliği için gerekli bilgiyle donanma ve yeterli bilince erişme ciddi bir ön hazırlık gerektirir. Kriz anında, söz konusu birikimi edinmek için kendine yatırım yapanların kriz sonrası yeni zenginleri arasına katılacaktır.

III

Bilinçli kümelenmelerle maliyet avantajı

Ülkemizde insan ve sermaye kaynaklarının israfına yol açan temel algılamalardan birini de "koyun ekonomisi" kavramı ile açıklıyoruz: Komşunun yaptığını aynen yaparak, gereksiz kapasite oluşturan anlayış kriz sonrasında "ayıklanacak" tır.

Kriz sonrası zenginler arasında yer alacak olanların önce "yığılma" bilinçsizliğini aşarak "bilinçli kümelenme" yaratmaları gerekiyor. Bu yeni kümelenme bilinci, "ortak satın almalarla" girdi maliyetlerini; "ortak satış örgütleri" ile fiyat istikrarını ve kalitesini, "..iyi yaptığım işi ben yaparım; iyi yapamadığımı da yapana yaptırırım" algılaması ile "fiyat-maliyet dengelerini" sağlama yolunu izleyecektir.

"Sinerjik kümelenme" bir dizi aracı kullanmayı gerektirir: Öncelikle mekan planında amaca uygun yerleşimi… Algılama planında, tek başına hareket yerine, işbölümü ve işbirliğine dayalı iş yapma alışkanlığını…Pazarlama ve satış planında, erişebilirliği artıran ihtisaslaşmayı ve gerekli örgütlenmeyi.. Farklı olanı üretme alanında, birlikte yaratılacak fonlarla iş ve dış inovasyonları etkin kullanmayı… Daha bir dizi üst düzey koordinasyon gerektiren işi birlikte yürütmeyi becerebilenler kriz sonrasının yeni zenginleri arasında yer alacak.

IV

Yönetişimi hayata taşıma

Ülkemiz özeline bakıldığında "yönetişim" kavramının ne kadar boşlukta kaldığını kolayca gözlemleyebiliyoruz.

Yönetişim kavramı öncelikle "dışa açık" olmayı gerektiriyor. Ürettiğiniz ürünleri uluslar arası pazarda uygun fiyatta satabilir olmaktır dışa açık olma. Bir adım sonrası "dünyaya açık" olmadır ki, o da başka toplumların kültürlerini bilme ve anlama işidir.Başkalarının kültürlerini bilerek, onlarla kendi kültürümüzü uzlaştırarak uzun soluklu ilişki kurabiliriz.

Yönetişimin üçüncü ayağı her anlamda "şeffaflık" tır. Bir işyeri her türlü etkinliğini açıklama gücünden yoksunsa, o işyerinde yönetişimin sadece sözü vardır; kendisi yoktur.

Yönetişim olgusu, "aykırı düşünce zenginliğini" kullanabilme ve "hata kültürünü" işyerinin özüne yerleştirebilme işidir.

Yönetişim, "üst düzey koordinasyona" dayalı "iş yürütme" anlayışıdır. Bu anlayışta "negatif seleksiyonun" yeri yoktur; "kol kırılır yen içinde kalır" gibi ilkel anlayışlar da asla itibar görmez.

Yönetişim bir "düello cesareti" ister; işimizde "meydan okuma yürekliliği" gerektirir.

Kriz sonrasında, "...korkaklığın adını tedbirli olma" diye koyanlar yeni zenginler arasında yer almayacak. Risk üstlenmesini ve risk yönetiminin sınırlarını iyi belirlemeyenler, doğru zamanlama seçmeyenler, uygulamalar sonrasının olası etkilerini analiz etmeyenler de yeni zenginler arasına karışamayacak. Yönetmeyi hala "idare etme" sananlar; kendi yalanlarına kendilerini inandıranlar da işini geliştiremeyecek.

İşini yönetirken açıklığın, meydan okumanın, risk üstlenmenin, ortaklıkların, işbirliklerinin, yeni iş süreçleri yaratmanın, işgücü profili günün koşullarına uydurmanın bilincinde olanlar ; bütün bunları da gerçek yönetişimin ilkelerine göre yapanlar "yeni zenginler" arasındaki yerlerini alacak.

V

İnovasyon kaldıracı

Çağımızda üretimin "emek-sermaye ekseninden, yaratıcı girişimcilik eksenine kayması", "karşılaştırmalı üstünlük analizlerini" de klasik araçların çok ötesinde bir noktaya taşıdı. Bu taşınmanın önemli göstergelerinden sadece biri "patent" sayısındaki artış.Grafikten de izlenebileceği gibi, patent başvurusunda ve alınan patentlerde çık hızlı bir gelişmeye tanık oluyoruz.

Küreselleşmenin bir kaçınılmaz olgu haline geldiği bugünün dünyasında; yer altı ve yerüstü zenginlikler rekabet avantajı yaratmıyor. Ulaşabilirlik ve erişebilirlik olanaklarının artması "üretimde homojenleşme" yarattı. Her toplum belli ürünleri üreterek uluslar arası piyasaya sunabiliyor. Bu nedenle "potansiyel rakipler" alabildiğine artıyor. Yine erişebilirliğin artması nedeniyle "kültür homojenliği" de hayatımızın önemli bir parçası.Bu eğilim de "tüketimde homojenleşme" yaratıyor.; "potansiyel müşterilerimizi" çeşitlendiriyor.Teknoloji "ürün kalitesinde homojenlik" yaratıyor; bu nedenle mal ve hizmetin satışında "marka ve imaja bağımlılık" artıyor.

Listeyi daha uzatabiliriz. Ama asıl önemli olan şu: İşyerleri kendi iç inovasyonunu yaratmıyor, dış inovasyonlardan gerektiği gibi yararlanamıyorsa, kriz sonrasının gelişme alanında yer almaları da çok güç olacak.

İnovasyon "farklı olanı üretme" için bir kaldıraç. Ama, sorunu sadece "soyut kavram" bağlamında ele alır; gereksiz abartırsak, kendi yapabileceklerimizi yapamaz, ayağımıza kurşun sıkmış oluruz. Kendimizi vurmaya dönük bir olumsuz algılama ile inovasyonu ele almamalıyız. Bu bir, niyet meselesi ve odaklanma işi. İşimiz üzerinde odaklanırsak, işimizi farklı yapacak bir dizi inovatif gelişme yaratabiliriz. O zaman işini geliştirebilen yeni zenginler arasındaki yerimizi de alırız..

Daha önce de belirttiğimiz gibi, "çok değişkenli" bir olgu olan "kriz sonrası yeni zenginler" arasındaki yerimizi alma süreci, daha farklı "değişkenler" bağlamında da ele alınabilir. Zaman içinde söz konusu bağlamları da ele alarak, krizle ilgili analizlerimizi sürdürebiliriz…

Tüm yazılarını göster