Hepimizde "kayıtdışı" para var!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Geçen hafta Türkiye'nin tasarruf-yatırım dengesini ele almış ve sonuç olarak orta vadede dahi tasarrufları artırmanın zor olduğunu ve büyüme için ister istemez belli miktarda dış tasarruf çekmemizin gerekli olduğu sonucuna varmıştım. Bugünkü küresel konjonktürde dışarıdan gelecek kaynaklarda daralma olmasının kaçınılmaz olması (nitekim ilk 3 ayda finans hesabı hareketleri 11.6 milyar dolar net girişten, 4.2 milyar dolar net çıkışa dönmüştür), bizim IMF'den belirli bir miktar kaynak sağlamamızı avantajlı kılıyor(du). (Ayrıca ileriye dönük bütçe finansmanının zapt-u rapt altında olduğunu göstermesi bakımından IMF anlaşmasının başka olumlu bir dışsallığı da söz konusu (idi)). Geçmiş zaman kullanıyorum, çünkü artık bence bu anlaşmanın gerçekleşme olasılığı sıfıra yakın.

Başbakan Erdoğan geçen hafta "kusura bakmayın hepimizde para var" derken "hepimiz" olarak vatandaşı kastetmiyordu herhalde, çünkü bir gerçek varsa o da son bir sene içerisinde orta sınıfların gelir düzeyinde ciddi bir erozyon olduğudur. Pek çok kuruluşta çalışanların ücretleri reel olarak gerilemiştir. Öte yandan, son bir senede sanayi ve inşaat sektörlerindeki istihdam %7.5 oranında azalmıştır. İşsiz kalanların bir kısmının işsizlik ödeneğinden yararlandığını dikkate alsak bile, nette tüketici sınıfların reel gelirlerinin azaldığı ortadadır. Ayrıca, reel faizlerin azalması da orta sınıfın zaten kıt olan tasarrufları üzerinden elde ettikleri gelirleri azaltarak harcama imkanlarını daha da kısıtlamış bulunmaktadır. Bu şartlar altında "hepimizde para var" demek pek doğru bir önerme olmaz sanırım.

Hanehalkı tasarruflarında bir artış olamayacağını böylece vurguladıktan sonra, özel tasarrufların diğer ayağı olan şirketlerin tasarruflarına baktığımızda, bilanço pozisyonları nedeniyle faiz düşüşlerinden arızi kâr eden mali kesimi dışlarsak, reel sektör şirketlerinin kârlı olduğunu da söylemek çok zordur. İMKB'deki finans-dışı şirketlerin 2008'in 1. çeyreğinde 3 milyar TL'ye yaklaşan kârı, daralan dış ve iç piyasalar nedeniyle bu sene 700 milyon TL'ye gerilemiştir.

Kamu kesimine baktığımızda ise, 2008'de %3 civarında net tasarruf eden bu kesimin, bu sene %1-2 civarında tasarruf açığı vereceği hükümet kanadı tarafından da kabul edilmektedir. Özetle, bu sene özel sektör gelirleri ve kamu sektörünün tasarrufları azalırken, normal şartlarda bunu kompanse etmesi gereken dış tasarruf girişlerinde de ciddi bir gerileme beklenmektedir. Bu şartlar altında "tasarruflar = yatırımlar" şeklindeki milli gelir denkleminin tutabilmesi için özel tasarrufların artması ve/veya özel yatırımların gerilemesi gerekmektedir. Hal böyle iken, aynı anda hem özel tüketimi, hem de yatırımları teşvik etmek birbiriyle çelişen ve özünde imkansız olan politikalar üretmek anlamına gelmektedir.

Aslında, bu politikaların tutarsızlığını Erdoğan ve kurmaylarının görmemesine imkan yok. O zaman, belki de "Hepimizde para var"ın meali "şirketler ve üst gelir gruplarında kayıtdışı para var, Varlık Barışı ve teşvik programı sayesinde bu paraların ülkeye getirilip yatırımlara kanalize edilmesi faydalı olur" şeklindedir. Şahsen, ben de her kriz zamanında ödemeler dengesinde görülen "net hata ve noksan" rakamlarındaki anormal girişlerin gerçekten de şirketler kesiminde "kayıtdışı" para olduğunun net bir ispatı olarak görüyorum. Ancak, küresel krizden çıkışın pek de "V" şeklinde olmayacağı ve ihracat pazarlarının toparlanmasının uzun zaman alacağının netleştiği bir ortamda bu paraların yeni yatırımlarda değil, krizin başladığı ekim ayından beri gördüğümüz şekilde şirketlerin vadesi gelen borçlarını ve nakit ihtiyaçlarını karşılamada kullanılacağını varsaymak daha doğru olur.

Tüm yazılarını göster