Hayatın sabitleri:2 Aklı emanet etmemeyi öğrenmeliyiz…

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com
Birey ve toplum yaşamını biçimlendiren, genel geçerliliğini kısa dönemlerde yitirmeyen "hayatın sabitlerine" ilişkin düşüncelerimizi bir hafta önce okuyucunun değerlendirmesine açtık. Önceki yazıda, insan ömrü ve toplum ömrün dengesi, hiyerarşinin mutlaklığı, boşluk ilkesi, hız ilkesi, yakınlık ilkesi, toplanma ilkesi, kritik yoğunluk ve kritik eşik ilkesi, başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesi, öğrenmenin edilgen karakteri, ayrıntı bilgisi eksikliği ve komploculuk ilkesine ilişkin kısa değinmeler yapıldı. Denememizin bu bölümünde ise "hayatin sabitleri" üzerinde düşündüklerimizi paylaşmayı sürdüreceğiz.
 
11.Sosyalleşmenin öğreticiliği ilkesi:
Grup oluşturma ve dışına çıkmama birçok canlıda gözlenen bir içgüdüsel davranıştır. İnsanlar birlikte oldukları zaman sorunlar yaşar ama, birlikte olmadan da güvenli bir yaşam sürdüremez. İnsanoğlu, birlikte olmanın duygusal rahatlığına sığınır.
İnsan aidiyet duygusu ile kendi kişisel kimliği yanında bir de grup kimliği gibi ikinci bir kimlik sahibi olur. Grup içinde sevdikleri, sevmedikleri vardır. Son tahlilde ise ortamın düzeni ve güveni için grubun değerlerine, iradesine, yararlarına, projelerine ve kurumlarına uygun yaşamak insanı rahatlatır.
Bir grubun içinde yer alma duygusu, fedakarlık, işbirliği, hakimiyet kurma, karşılıklılık, taraf olma, taraf değiştirme, hile ve ihanet gibi insani özellikleri de beraberinde getirir. İnsanı özellikler, başkalarının duygularını anlama olan empati ile düzen ve dinginliğe katkı yapar. Düşman ve dost duygularını anlama, başkalarının niyetlerini tahmin ederek öngörme ve önlemler alma, canı, aklı, nesli, malı ve kültürü korumanın yöntemlerini geliştirme, araç-gereçleri ile donanma, stratejik, taktık ve operasyonel uygulamalar yapma, hep gruplar halinde yaşamının gerekleridir. Bütün bunlar, sürekli kendini geliştirmeyi gerektirmektedir.
Biz insanlar kendimiz gibi düşünenlerle bir arada olmaktan hoşlanırız. Gruplar halinde yaşarken, davranışlarımızı içgüdülerimiz yönettiği gibi önyargı ve koşullandırmalar da yönlendirir. Kimliklerimizi, "öteki" iler kurgular ve açıklarız.
İnsanlık 12 bin yıldır sosyal yaşamı geliştiriyor; işbirliği ihtiyacını kan bağından akrabalığa, sülaleden hemşeriliğe, hemşerilikten bölgeselliğe, bölgesellikten ulusallığa, ulusallıktan da bütün insanlık ölçeklerine doğru ilerletiyor.
Sosyalleşme "görerek öğrenmenin" de temel aracıdır. Gelişme hangi aşamada olursa olsun, insanların öğrenme, güven içinde olma, dingin yaşama, değerlerini bir nesilden ötekine taşıma vb. ihtiyaçları için sosyalleşmesini derinleştirmek zorunda. "Sosyalleşme ilkesi" iletişim olanakları geliştikçe farklı anlamlar kazanıyor. Sosyalleşmenin niteliğini, hızını ve yönünü kavramadan "beklenti yaratma ve yönetme" zorlaşıyor.
 
12.Aklını başkasına emanet etmeme ilkesi:
"İnançtan düşünceye geçiş" aklı özgür tutma ve akıldan yararlanmanın temel enerjilerinden biridir. İnanç, başkalarının bize anlattığı, öğrettiği varsayımlara dayalı bir zihni modeli hiç sorgulamadan benimsemektir. Düşünce ise, karşılaşılan her olgunun nedenlerini, nasıllarını ve niçinlerini sorgulamadır.
 
İnançtan düşünceye geçmeden, kulluktan yurttaşlığa da geçilemiyor.
Çağımız "birey-odaklı" bir eksende gelişiyor: Kendini sorgulayan, kendinle baş çıkmasını bilen bireyler "akıllarını başkasına emanet etmedikleri" için, karşılaştığı engelleri daha etkin biçimde aşabiliyor.
Sorgulamadan alkış tutan, sorgulamadan inanan, hepsinden önemlisi de sorgulamadan harekete geçen insan "kendi yanılmazlığına inanmaya" da açıktır. 
Sözcüğün tam anlamıyla "insan olabilme" her şeyden önce, sağlıklı tutmak zorunda olduğumuz aklımızı başkasına emanet etmemeyi gerektirir.
Temel yaklaşım, "Söylenen her şeye inanmayın ama, söylenenleri anlamaya çalışın" anlayışı olmalı. 
O zaman sadece kendi bilgisine dayanan akıllı adamı aşar, başkalarının birikimini değerlendiren bilgeliğe yaklaşırız. 
O zaman, bilginin paylaşıldıkça büyüyen erdemini ileriye taşımış oluruz.
 
13.Topluluktan topluma geçme ilkesi:
Topluluk, insanların birbirlerini düğünde, dernekte, toyda, oyunda, çarşıda, pazarda, tarlada, tapanda, sokakta, mahallede gözle ve sözle denetlediği örgütlenme aşamasıdır.
Toplum örgütlenmesi ise, insanların hiç bilmediği, görmediği, görme olasılığı da olmayan başka insanlar için en iyiyi üretebilme aşamasına geçmedir; insanların gözetim ve denetimi, huzuru, dinginliği ve düzeni "kurumların" sorumluluğudur.
Gelişmiş toplum, kurumları işleyen toplumdur. İşleyen kurumlar, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, insan eliyle yapılan yatırımlardan oluşan fiziksel sermayeyi, insan kaynağını ve teknolojiyi etkin ve verimli kullanmanın vazgeçilmez araçlarıdır.
Zamanın oku, topluluk örgütlenmesinin toplum örgütlenmesine geçiş yönündedir.
Toplum örgütlenmesi değer yaratma zincirinin bütününü kavrayan bir algı gerektirir; topluluk örgütlenmesindeki indirgemeci mantıktan hızla uzaklaşılarak derinleştirilir. Toplum örgütlenmesinin temel araçları olan "işleyen kurumlar", yasal çerçevelerin kendilerine verdikleri görevi eksiksiz yerine getirmelidir; bu bağlamda "ödünsüz gözetim ve denetimden sapma", topluluk aşamasından toplum aşamasına geçememiş olmanın temel göstergelerinden biri olarak kabul edilir.
Gelişme hedefi olan her toplum aynı zamanda, "topluluktan topluma geçiş sürecini" iyi yönetebilen toplumdur. Bu temel ilkeyi kavranmayan uluslar, topluluk aşamasını bir türlü aşamamakta, kaynaklarını etkin kullanamamakta, refah yaratarak paylaşmada ciddi biçimde zorlanmaktadır.
 
14.Taklitten yaratıcılığa geçme ilkesi:
Öğrenmenin yollarından biri de "taklittir"…Başkalarının yaptığını taklit ederiz. Bir süre sonra taklit ettiklerimizi içselleştiririz. Taklit, tümden küçümsenecek ve sistem dışına itilecek bir durum değildir.
Esas olan ise taklitten yaratıcılığa geçebilmedir.
İnsanlar taklit ederek, öğrenerek, kullanarak, başkalarının yaptığı işi en iyi yapanlar düzeyine kendilerini taşıyabilir. Bilinen bir işi en iyi yapanların düzeyinde yapabilme düzlemine " hüner aşaması" diyoruz…
Yaratıcılığa ise "hünere akıl katmakla" ulaşılır. Başkalarından aldığımız, onlar kadar etkin kullanabildiğimiz araç ve yöntemlere bir ekleme yapabiliyor; onlara değer katıyorsak "yaratıcılık aşamasına" geçmiş oluruz.
İnsanlığın temel sabitlerinden biri de " taklitten yaratıcılığa geçiş sürecidir". Bu süreç, avcı-toplayıcı aşamada geçerli olduğu gibi, yerleşik toplum aşamasında da, sanayi toplumu ve bilgi toplumu aşamalarında da geçerlidir.
Bugün rekabetin odağında "dönüştürücü inovasyon" ağırlıklıdır. Dönüştürücü inovayon da küçük ya da büyük demeden yaptığımız işe sürekli akıl katarak, ölçeği farklı, etkisi değişik yeniliklerin tümünü içerir.
 
15.Gerçekliğin göreceliği ilkesi:
Howking'in dediği gibi, " Gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelinizin varsayımlarını değiştirirsiniz; gerçekliğiniz de değişir."
Toplumların ulaşmış olduklarından gelişme düzeyinden bağımsız olarak, gerçeklik algısının temelinde bu "insani sabit" vardır. Dün uğruna ölümü göze aldığımız ideolojilerin, yarın hiçbir işe yaramadığı gibi bir sonuçla yüzleşmiş kuşak olduğumuzu anımsamalıyız.
Gerçekliğin göreceliği kavranırsa, Isiah Berlin'in altını çizdiği , "Bir insanın kendi yanılmazlığına inanmasından daha tehlikeli bir şey yoktur" anlatımı rehberimiz olabilir.
Gerçeğin göreceli olduğu kavramışsak, empati yapmak ve diğerkamlık gibi insanı özelliklerimiz daha hızlı gelişir. Çatışma yerine uzlaşma, insanları itme yerine gelişmelere katma anlayışı öne çıkar. Tartışmaların gündemleri ve içerikleri farklılaşır, karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinde ilkel bir duygu olan "baskın olma" duygusu yerini, başkalarının söylediklerini "anlayabilme" çabasına bırakır.
 
16.Korku ve kaygılar kurtarır da öldürür de: 
İnsanda temel içgüdülerden biri de korku ve kaygıdır. Bazı araştırmacılar, insanın hayatta kalmasını sağlayan "korku ve kaygının" nekorteksten - bilinç merkezi- çok önce evrimleştiğini ileri sürer. Beynin temel işlevi, organizmayı içinde bulunduğu ortama göre ayarlamaktır: Tehdit algısı, kaçma, sığınma ve savaşma refleksleri ile yanıt bulur.
Yaşamın her aşamasında çaresiz kalır; karşılaştığımız olay ya da olgulara çözüm bulamazsak kaygılarımız artar. Tanımlanamayan tehlikeler, risk alanlarını belirleyememe, karar sürecini alt üst eden belirsizlik koşulları korkularımızı besler; kaygılarımızı büyütür.
Korkular, kaygılar ve tehditler karşısında yaşamı koruma işlevi gördükleri gibi, bedenimizi ele geçirerek ölüme kadar da götürür.
Korku ve kaygılar yaşam sevinci yaratan bir gelişme gösterebilir: Öngörme ve önlem alma konusunda başarılarımız, korku ve kaygılarımızı azaltır. Tersi de doğrudur; özellikle kendi korkularımızdan korkmaya başladığımızda her şeyimiz alt-üst olabilir.
Bu denemenin sınırları, korkunun nedenlerini, korku biçimlerini, korkuyu yenme yol ve yöntemleri dışında kalır. Burada anlatılmak istenen, "korku ve kaygının" insan hayatinin temel sabitlerinden biri olduğu; karar süreçlerimizi köklü biçimde etkilediğidir.
 
17.Hata kültürü:
Geleneksel toplumlarda "hata kültürü sınırları" daha dardır. Testiyi kırmadan önce çocuğunu uyarmayı, daha ileri giderek dövmeyi öneren bir toplumsal algı varsa, oradan cesur, inisiyatif alan, risk üstlenen, sürekli arayışla yeni yol ve yöntemler bularak ilerleyen insan kaynağı zayıf kalır.
Hata kültürünün temeli, öğrenmenin de özünü oluşturur. İnsan hata yapar; deneyerek, sınayarak öğrenir. 
Birey ya da toplum, yanılabilme özgürlüğünü kullanabilmelidir. Önemli olan hata yapmak değil, hatanın durmadan yinelenmesidir. Hata yapma özgürlüğü olmalıdır ama, aynı hatanın ikinci kez yinelenmemesi için özen gösterilmelidir.
"Hata kültürü" de bireysel ve toplumsal gelişmeyi yönlendiren sabitlerinden bir değeridir.
 
18.İndirgemeci ve bütüncü bakış ilkesi:
Hayatın çok temel sabitlerinden biri de, bakış açımızın ufkudur. İnsanlar olguları parçalara ayırarak anlamak, sonra onlardan bütüne gitmek ister. Bu eğilim Sanayi Toplumu aşamasında başta Batı Ülkeleri olmak üzere, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bilimsel çalışmalara bile hakim olmuştur.
Çok somut bir örnek vermek gerekirse, bilim insanları ekoloji ile evrim süreçlerini ayrı ayrı incelemeyi uzun bir zaman temel yöntem olarak benimsemiştir. Son 30 yılda ise ekoloji ve evrim birlikte ele alınmıştır. İndirgemeci, parçalayan ve bölen anlayıştan bütüncül yaklaşıma geçildiğinde tür ve çeşitlerin performansında hızlı ilerlemeler sağlanmıştır. Ortalama 5 kilogram süt veren ineklerin ortalama 35 kilogram süt vermesi, et veriminin yükselmesi, modern seralarda dönüm başına 40 tona yakın verimin alınması ekoloji ile evrimi birlikte ele alan bakış açısının sonucudur.
Günümüz teknolojisi uzayın sonsuz büyüklüğü ile parçacık fiziğinin sonsuz küçüğün dengesini arıyor. Genel eğilimlerin fırsat ve tehlikeleri kadar, kuantum mekaniğinin nano ölçeklerini bilmeden gerekli gelişmeyi yaratamıyoruz. Parçacı değil bütüncü bakış gelişme yaratmanın gerek şartlardan birini oluşturuyor.
 
19. Kendine ayna tutma ilkesi
Geleceği tasarlama ve kurma iddiası olan herkesin bilmesi gereken "Hayatin sabitlerinden" biri de "kendimize ayna tutma ilkesidir". Kendimize ayna tutma, çağdaş yönetimin "geri-bildirim" yönteminin özüdür.
İnsan, hata yaparak ilerler. Kendine ayna tutmasını bilirse hatasını azaltır; aynı hataları yinelemekten sakınır. Kendine ayna tutmazsa, bir başka sabit olan "aşırı ve noksan değerlendirmenin" tuzağına yakalanır.
Amos Oz'un, "Hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk, insanın kendi içine yaptığı yolculuktur" saptamasından yola çıkmalıyız. İçimize yolculuk yapar, kendi zihnimizin boşluklarını yakalarsak, şeytanımızın bizi yanlış yollara sürüklemesine fırsat vermeyiz.
Kendine ayna tutma özgüveni olan, ünlü Hint atasözünü anımsamalı, "İşaret parmağınızla başkalarını suçlarken, dikkat ediniz üç parmağımız kendinize dönüktür!" 
Çok hızlı değişen enformasyon ve bilginin sürekli parçalandığı, işimize yarayan bilginin kirlilikten arındırılmasının çok önemli hale geldiği çağımızda, sağlıklı karar çerçeveleri oluşturabilmemiz için sürekli "varsayımlarımızı sorgulama" ve " zihni modeller tasarlama" gerekiyor. 
 
20. Güven, saygınlık ve ilham verme ilkesi
"Hayatın sabitlerine" kısa değinmeler yaptığımız bu denemede, liderliğin temel özelliklerinden biri olan " saygı uyandırma ve ilham verme" özelliği üzerinde de durmalıyız. Bir olaya, olguya, tutuma, yaşam biçimi ve yaşam tarzına "hayatin sabiti" denebilmesi için, onun avcı-toplayıcı dönemde de, yerleşik düzende de, sanayi toplumu aşamasında da, bilgi toplumu aşamasında da geçerli olması gerek.
Güven çok temel ilkedir. Birlikte yaşamak zorunda olan, ortak değerleri, ortak iradeyi, ortak yararları, ortak çıkarları, ortak projeleri ve ortak kurumları olan toplumlar sağlıklı gelişebiliyor. Eğer bu anlatımın "ortaklık" kavramını temel alıyorsak; aynı zamanda "güvene dayalı" olmayı benimsemiş oluruz. Barış, özgürlük, gelişme ve refah gibi olgular, ortak yaşamın güvene dayanan omurgası bizi ayağa kaldırır, yürütür, ilerlememizi sağlar ve geliştirir.
Toplumda güven yaratan insanlar "rol modeli" olabilen ve çevresine "ilham verenlerdir". Söz konusu özelliklere sahip insanlar toplumlarını ilerletir; tersi özellikler ise geriletir ve kaynak israfına yol açar…
Güvenilen ve ilham veren insanlar, aynı zamanda saygındır. Hangi gelişme aşamasında olursak olalım "saygınlık" için güven ve ilham verici olmalıyız.
 
Tüm yazılarını göster