Güven

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

7 Şubat'ta, Malezya Merkez Bankası'nın 50. kuruluş yıl dönümü kutlandı. IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn burada yaptığı konuşmada dünya ekonomisinin iki tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu ifade etti: Korumacılık ve güven sorunu. Korumacılığın küresel boyutta yaygınlaşmasının dünya ekonomisini küçülteceğini, refah kaybını artıracağını ifade etti. Kahn, konuşmasında özellikle güven sorunu üzerinde durdu.

Bir ülkenin yurttaşlarının hukuki, siyasi ve iktisadi yapıya güvenini yitirmesi, istikrarsızlığı ve kargaşayı beraberinde getirir. Yıllar önce büyük felsefeci Karl Popper'a, sosyalizmden kapitalizme geçmeye çalışan Rusya'ya ilişkin bir soru sorulduğunda, Rusya'da hukukun üstünlüğünün olmadığını, bunun olmadığı ülkelerde kargaşanın olacağını, kendisinin de bundan dolayı Rusya üzerine konuşmak istemediğini söylemişti. 2008 yılının ikinci yarısından itibaren ağırlığı iyice artan iktisadi kriz birçok ülkeyi böyle bir karmaşaya sürüklemiş gibi duruyor. ABD'de hâlâ neden kimi bankalar kurtarılırken Lehman Brothers'ın batmasına izin verildiği, şirket CEO'larına nasıl yeniden güven duyulacağı tartışılıyor. Bunlardan da önemlisi halklar artık ülkelerinin iktisadi ve sosyal yapılanmalarını sorgular hale geldi.

Nitekim, güven konusunda temel gösterge kabul edilen Tüketici Güven Endeksi, 2005 yılı 100 olarak alındığında (2005=100) Japonya için 60, ABD için 40, İngiltere için 20 ve Euro alanı için 5 düzeyine kadar geriledi. Bu durum, krize karşı alınan tüm önlemleri boşa çıkarabilir. Çünkü güvenin olmadığı yerde harcama olmaz, yatırım olmaz. IMF Başkanı Kahn bu tablonun farkında. Yaptığı konuşmada şöyle diyor: "Güven kaybı artık merkezi bir sorundur. Küresel düzeyde, hükümetler ve merkez bankaları yatırımcılara bir kez daha ödeme gücü hakkında kararlılıklarını hissettirmeleri yanında güvenirlik konusunda tekrar benzer risklerle karşılaşmamak için taahhütte bulunmalılar. Tüm hükümetlerin bu yönde hareket etmeleri gerekir."

Başta IMF, ABD ve diğer gelişmiş ülkeler bu yönde önlemler almaya çalışırken, sürekli olarak güven sorunu yaşayan biz ne yapıyoruz? Bu sorunun yanıtı önemli. Çünkü bu hafta içerisinde BBC ve GALLUP tarafından yapılan iki araştırma, ülkemiz için sorunun çözümsüzlüğe gittiğini göstermektedir. BBC'nin 21 ayrı ülkede yaptığı araştırmaya göre AB'ye en kötü bakan ülke, Türkiye. Yine biz Türkler hemen hiçbir ülkeye güvenmiyoruz. Araştırmadan çıkan sonuç ilkel ve ırkçı slogancı ifade ile "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" söyleminin Türkler için genel kabul gördüğünü gösteriyor: Gallup'un anketine göre de Türkler'in yüzde 89'u dini, günlük yaşamlarının önemli bir parçası olarak görüyorlar. Bana, bu verileri biraz da şöyle okumak zorundayız gibi geliyor: Türkler, öncelikle kendilerine sonra da ülkelerine güven duymuyorlar. Biz Türkler daha çok ilahi güçlere güveniyoruz.

Bu duruma nasıl gelindiği ayrı bir tartışma konusu. Ancak mevcut ortamda iktisadi krizi çözmeye yönelik alınacak önlemlere halkı inandırmak da zor gibi geliyor. Halkın içine düştüğü çaresizliği tersine çevirmek için belli ölçüde sorunun kaynağı da olan hükümetin artık sazı eline alması, siyasi kaygılardan uzak politikalar üretmesi gerekiyor. Nitekim salı günü, altı yıl aradan sonra toplanan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Danışma Kurulu toplantısının sonuç bildirgesinde yer alan şu ifadeler en azından sanayicinin güven bunalımının ne olduğunun farkında olduğunu gösteriyor: "Küresel ekonomi bugüne kadar eşi görülmemiş bir güven krizinin etkisi altındadır. Kriz nedeniyle üretimin giderek azalması ve işsizliğin artması, üretici ve tüketici açısından endişe ortamını yoğunlaştırmaktadır. Bu yönüyle hükümet, krizi yönetememiş ve gerekli güven ortamını sağlayamamıştır. Hükümetin yerel seçimlere ve dış politik gelişmelere öncelik vererek sanayi işletmelerinde yaşanan ciddi sorunlara, adeta "kendi çözüm yolunu bul" şeklinde yaklaşması büyük bir hatadır. Sokaktaki vatandaşa ve işletmelere yeniden güven kazandırılması hükümetin sorumluluğundadır. Şeffaflığın sağlanması, iletişim kanallarının açık tutulması, istikrarın korunması ve katılımcı yaklaşımın oluşturulması gereklidir."

Beklentimiz, bu ve benzeri çağrılara kulak verilmesidir.

Tüm yazılarını göster