Gündemde kalmaktan kurtulamayanların düşündürdükleri

Uğur CİVELEK ARKA PLAN dunyaweb@dunya.com

Geride bırakmaya hazırlandığımız 2011 yılı genelinde küresel düzeyde yaşanan gelişmeler ilginç görüntüler sergiledi. Euro Bölgesi tüm çabalarına rağmen gündem olmaktan kurtulamadı ve yıpranmaya devam etti; diğer önemli gelişmeleri gölgede bıraktı, dikkatlerden uzaklaştırarak gerçeklerin olması gerektiği gibi algılanmasını engelledi. Piyasaların benimsediği kısa vadeli ve spekülatif bakış açısı ve nereden geldiği yeterince açık olmayan yönlendirmeler bu tablonun şekillenmesinde belirleyici oldu. Avrupa Merkez Bankası'nın yılın ilk yarısında kısa vadeli faizleri yükselterek gündemi farklılaştırmaya çalışma gayreti başarılı olamadı, başta Euro Bölgesi'ndeki hesaplar olmak üzere her şey değişmeye başladı; bu senenin son çeyrek döneminde faizler yeniden geriletlidi. Faizlere ilişkin eğilimler hem euronun değerini, hem de beklentilerin yönünü şekillendirdi. Bu aşamada yaşanan belirsizliği anlamak ve geleceğe ışık tutmak adına sorgulamak gerekiyor. Kısa vadeli faizler neden yükseltildi ve daha sonra geriletildi. Finansal piyasalar birbirine zot bu iki eylemi de algıladı ise ne yaptığının ve nereye sürüklendiğinin farkında mı?

Eğer euro faizlerinde yükseliş beklentisi sayesinde güçlü kalabilse idi, Avrupa Merkez Bankası açısından enflasyon baskısı üretmeden parasal örtülü genişleme mümkün olabilecek, gerek mali sistem, gerekse üye ekonomiler birikmiş sorunlarına rağmen bu ölçüde bunalmayacak, likiditenin akışkanlığı sayesinde beklentiler bugünkü ölçüde bozulmayacaktı. Piyasalar Euro Bölgesi'ne oranla ABD'nin daha sorunlu olduğunu düşünecek, gündem ve tüm eğilimler farklılaşabilecekti. Goldman Sachslı eski yöneticiler Avrupa Birliği açısından önemli konumlara gelemeyecek, çaresizlik bugünkü boyutlara ulaşamayacakı... Birileri kendi çıkarları gereği böyle olmasını istemedi, kredi değerlendirme şirketleri bu süreçte kritik roller üstlendi. Bu durumun Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika olmak üzere küresel düzeyde yaratacağı istikrarsızlık üzerinde hiç kafa yorulmadı...

Asya krizi sonrasında da kısmen benzer bir durum oluşmuş idi. 1999 yılı başında kullanıma giren euro, iki yıl içinde yüzde 25-30 düzeyinde değer kazanabilir ise daha kolay toparlanılabileceği ve sorunların ağırlaşmasının önlenebileceği düşünülmüş idi. Zira yerel paranın değer kaybetmesi durumunda enflasyon baskısının artacağı ve geleceğin kontrolünün kaybedilebileceği varsayımından hareket edilmiş idi. Fakat Atlantik'in diğer tarafından gelen müdahaleler nedeniyle Avrupalılar'ın yaptığı hesaplar tutmadı,günü kurtarmak adına teslimiyete ve taşeronlaşmaya boyun eğmek zorunda kalındı. Vizyonsuz kalan ve akıntı ile sürüklenen Avrupa, 11 Eylül sonrasından küresel krize kadar olan dönemde kısmi bir rahatlama yaşadı ve sonrasında durum yeniden değişti. Spekülatif ataklar önce Doğu Avrupa ekonomileri, daha sonra Yunanistan, Portekiz ve İrlanda'yı vurmaya başladı. Euroyu güçlü tutmak ve mali sektörde olası kırılganlık artışını engellemek adına faizler yükseltilince sıra İspanya, İtalya, Fransa ve Almanya gibi büyükleri hedefledi. Ekonomik daralma yönündeki beklentiler artarken, enflasyon baskısı yükselmeye, istikrarsızlık tehlikesi büyüdü. AB üyeleri hayallerinden uzaklaştı, düşmek istemedikleri durumlardan kaçınmaları zorlaştı.

Küresel güçler arasında yaşanan bu çekişmeler ve ortaya çıkan sonuçlar Türkiye'yi de etkiliyor. Euro Bölgesi'nin daralması, ortak paranın daha da itibar kaybedeceği beklentilerinin güçlenmesi ekonomik ilişkileri olumsuz etkiliyor. İhracat potansiyelimiz dış finansman imkanlarımız daralıyor. Euro güçlü veya güçleniyor iken yaşadığımız rahatlık yerini endişeye bırakıyor. Kısa vadeli ve spekülatif dürtüler ile hareket eden finansal sermaye ise hem risk alır, hem de riskten kaçınmaya çalışır iken yıkıcı olmaktan kurtulamıyor...

Sorunları küçük iken çözmemenin ve gerçeklerden uzaklaşmanın şimdilik açığa çıkardığı bedeller, gelecek konusunda umutlu olmayı zorlaştırıyor...

Tüm yazılarını göster