Gündem vizyona uymuyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Otomobil ve inşaat reklamlarını saymazsak, son haftalarda ekonominin gündemi not artışına kilitlendi. Aslında ülke kredi notunda artış beklentisi yıl başından beri vardı, giderek yoğunlaşması normal. Konu tabii ki önemli fakat bu önemi abartmak, neredeyse bütün ekonomik performansı buna bağlamak doğru olmaz. Sonuçta kontrolümüz altında olmayan bir değerlendirme söz konusu.  Değerlendirme kuruluşunun bu hafta yapacağı açıklama ne yönde olursa olsun, ülkenin yakın ve orta vadeli performansı için şimdiye kadar yapılan ve bundan sonra yapılması gereken program ve politikaların temel çıpa olduğu gerçeği değişmeyecek. Değişecek olan şey, beklenti çerçevesinde fiyatlama yapmış olan piyasaların tepkisi ve bunun dozu olacak.

Not artışı beklentisi

Kaldı ki yatırımcı algısı, kredi notu ile sınırlı olmayan bir dizi faktöre bağlı. Hele portföy yatırımcıları dışındakiler için kredi notu öncelikli bir faktör bile değil. Ancak mevcut ekonomik yapıda performans, kısa vadeli dış sermaye girişlerine fazlasıyla bağımlı olduğu için konjonktür dengelerinin sağlanmasında bir rahatlık sağlayacağı açık.
Konuya değerlendirme kuruluşları penceresinden bakmaya çalışırsak iki nokta öne çıkıyor. Birincisi, esas itibariyle danışman öncelikli ve teknik nitelikli olan bu kuruluşların sadece belli bir andaki göstergelere ya da yakın geçmişteki performansa değil, dengelerin ne kadar sürdürülebilir olduğuna, geleceğe yönelik riskler ve belirsizlikler olup olmadığına, enflasyon/kamu finansmanı/vergi sistemi açısından ya da kurumsal altyapı/hukuk güvenliği/siyasi istikrar gibi temelde yapısal faktörler yönünden baktığını ve öngörülebilirlik aradığını bilmeliyiz. İkincisi ve şu anda daha da önemli gibi görüneni de şu: Neredeyse herkes açısından sürpriz olan finansal krizin itibarlarına vurduğu darbe, doğaları gereği temkinli olan bu kuruluşları daha da tereddütlü hale getirdi. İyice ince eleyip sık dokuyorlar. Bu nedenle kriz sonrasında gerçekten başarılı bir şekilde toparlanan, üstelik büyümenin getirdiği riskleri de önemseyen ve yönetmeye başlayan Türkiye'ye de bizim istediğimiz gibi coşkuyla değil, bütün parametreleri kavramaya çalışan bir tutumla yaklaşıyorlar.

Dolayısıyla, aynı temkinli duruşu kendimizin de benimsediğimizi, mali disipline verdiğimiz önem ve OVP'ler ile kanıtlamışken bir not artışı beklememiz doğaldır. Nitekim Fitch, Türkiye'nin bb+ olan notunu, yatırım yapılabilir düzey olan bbb- ye yükseltti. Diğer rating kuruluşlarının Fitch'i izleyip izlemeyeceklerini önümüzdeki günlerde göreceğiz.

TL bölgesi vizyonu

Not beklentisi kadar yaygın tartışılmasa da ilginç bir başka güncel haber de, Başbakan'ın bir yurtdışı gezisinde AB ile ilgili yakınmaları çerçevesinde sözünü ettiği ve İngiltere'ye referans yaptığı "TL bölgesi kurulması" ihtimali ile ilgili. Öncelikle bunun sistematik ve hazırlığı yapılmış bir öneri değil, varsayımsal bir fikir jimnastiği olduğunu, tıpkı 2023 hedefleri gibi bir vizyonun parçası gibi görülmesi gerektiğini unutmayalım.

Yine de yeri gelmişken böyle bir fikrin, uzun vadeli yol haritamızın önemli bazı bileşenlerini ilgilendiren yanlarına değinmek yararlı olacak. İlk olarak TL bölgesinden yakın geçmişte bazı ülkeler ile gerçekleştirdiğimiz TL'nin dış ticarette kullanılmasının değil, TL kullanan ülkelerden oluşan bir para birliğinin anlaşılması gerektiğini not edelim. Halen ülkenin dış ticaretinin yüzde 8'inin TL ile yapıldığını düşünürsek bir altyapının filizlendiği söylenebilir, ama bu henüz para birliğini çağrıştıracak bir düzey değil. Ayrıca TL'nin istikrarı konusunda ve enflasyon, bütçe açığı, borçlanma gibi göstergelerde güçlü ve uzun ömürlü bir karne oluşturulması, bölgeye girecek ülkelerin de benzer özellikleri taşıması gerekiyor.

Nihayet böyle bir bölgenin katılacak ülkelere de fayda sağlaması da zorunlu. Bu faydayı sağlayacak ülke Türkiye olacaksa, ekonomimizin gereğinde ortaklarımıza destek verecek bir büyüklük ve esneklikte olacağını öngörüyoruz demektir. On yılı aşan bir vadede bu noktaya varmak hepimizin özlemi, ama gidilecek uzun bir yol bulunduğu da ortada. Üstelik bu güce eriştiğimizde de, Euro bölgesinde Almanya'nın kazandığı avantaja benzer bir fayda sağlamamız için, hem ihracat yaptığımız, hem de üçüncü ülkelere ihracatta rakibimiz olan ve istikrarlı ekonomileri olan ülkeler bulmamız gerekecek; lider ülke olarak bizim de kalıcı büyüme potasına oturmuş, kırılganlıklarını asgariye indirmiş, düşük faizli ve yüksek verimlilikte bir ekonomiye sahip olmamız, ortak hukuk alanı oluşturacak bir siyasi ve kurumsal etkinliğe ulaşmamız.

Sonuçta ilk 10 ekonomi arasına girmek ya da ikinci bir Almanya olmak gibi bir vizyondan sözediyoruz: Ama böyle bir vizyon ile bağdaşacak gündem, bugünkünden çok farklı olmalı…

Tüm yazılarını göster