Gül'den anlamlı hatırlatma: Kore örneği

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçen hafta tek başına tüketim canlılığının ekonominin gücü ve rekabet yeteneği göstergesi olamayacağını, bu nedenle Türkiye'nin kalıcı ya da sürdürülebilir büyüme için kesinlikle ihtiyaç duyduğunu hep yinelediğimiz başarı hikayesinin sadece talep tarafına bakan bir yaklaşımla oluşturulamayacağını belirtmiştik ya… Hemen ardından gündemi dolduran ve anayasa tartışmalarındaki yankılarıyla yoğun bir biçimde tartışmalara konu olan TÜSİAD toplantısında, gala yemeği konuğu olan Cumhurbaşkanı Gül'ün ana mesajı da başka bir boyutuyla aynı noktaya dikkat çekti. Gül, Türk sanayiinin ve özel sektörünün zaman içindeki gelişmesinin bir başarı olarak görülebileceğini, ama konuya başka ülkeler ile, sözgelişi Güney Kore ile karşılaştırmalı olarak bakıldığında aynı olumlu yargıya varmanın mümkün olmadığını vurguladı. Kamu yönetiminin en tepesindeki kişinin bu sözleri özel kesimin en güçlü ve seçkin şirketlerinin örgütünün toplantısında söylemesi, hem kamu hem de özel kesime anlamlı bir uyarı niteliğindeydi.

Cumhurbaşkanı'nın TÜSİAD'daki mesajı

Kuruluşunun 40'ıncı yılında toplumun temel sorunlarına yoğun bir odaklanma öngören TÜSİAD'ın anayasa tartışmalarına kattığı ivme, pek çok platformda ele alınıp derinleşirken, biz de ülkenin çok önemli bir başka temel sorunu olan kalıcı büyüme ile ilgili bu konuyu biraz daha irdeleyelim istedik.

Bu bakımdan Cumhurbaşkanı Gül'ün değindiği Güney Kore örneği oldukça isabetli ve ilginç. Çünkü bu köşede yıllardır anlatmaya çalıştığımız kilit başarı faktörleri analizini, bu örnek üzerinden yapmak fazlasıyla mümkün. Böylece neleri doğru yaparken, neleri ihmal ettiğimizi, ayrıca nerelerde ne kadar geciktiğimizi bir kez daha düşünmüş oluruz. Sınai üretimimizi ve ihracatımızı nicelik olarak ciddi ölçüde artırmış olmamızı bir başarı olarak not ederken, aynı başarıyı nitelik açısından gösteremediğimizi ve katma değer üretiminde sıçrama yapamadığımızı, ayrıca verimlilik düzeyini yükseltecek teknoloji ve arge yatırımları ile insan kaynağı niteliğini güçlendirecek eğitim harcamalarında ne kadar yetersiz kaldığımızı gözardı etme hatasından da kaçınmış oluruz.

Kore-Türkiye: 40 yıllık performans farkı

Aslında Türkiye ve Güney Kore'nin kalkınma performansını, temel göstergelerin ampirik değerlendirmesi üzerinden irdeleyen yakın tarihli bir çalışma, 'Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar Dergisi'nin Şubat sayısında yayınlandı. Türkiye Kakınma Bankası'ndan B.Ali Eşiyok'un 1970 ila 2009 yılları arasındaki yaklaşık 40 yıllık süre boyunca, iki ülkenin performanslarını mercek altına alan bu çalışması, kapsamlı bir uluslararası veri setine ve kaynakçaya dayanarak oldukça net bir tablo ortaya koyuyor.

Eşiyok'un çalışması, 1960 yılında hem toplam hem de kişi başına milli gelir açısından Türkiye'nin yarısı kadar olan Güney Kore'nin 2009 yılında çarpıcı bir farkla önümüze geçtiğini, toplamda yüzde 56, kişi başına gelirde yüzde 147 oranında yüksek bir düzeyi yakaladığını gösteriyor. Bu başarının arkasında nitelikli ve çalışkan işgücü yanında yüksek tasarruf ile finanse edilen yüksek yatırım oranlarının büyük rol oynadığı, ama asıl kritik parametrenin kendi teknolojisini üreten, yenilikçi bir üretim yapısına ulaşılması olduğu sonucuna varılıyor. (www.ekonomikyorumlar.com.tr).

Ekonomide yaratılan toplam katma değer içinde sanayi kesiminin ve bunun içinde de yatırım ve ara malların payı, yapısal dönüşümün temel göstergesi olarak kabul edilirse 1970 yılından itibaren yaklaşık 40 yıllık sürede iki ülkenin performansı arasındaki fark çok büyük. Kore'de sanayinin payı yüzde 21'den yüzde 30.5'a yükselirken, Türkiye'de 1970'de yüzde 22 olan oran aynı kalmış. 1970'de tekstil ve gıda gibi emek ve kaynak yoğun sektörlerin imalat sanayi katma değeri içinde yüzde 49 gibi bir paya sahip olduğu Kore, 2000'de bunu yüzde 14'e indirmiş, buna karşılık elektrik ve elektronik gibi sadece ileri teknoloji değil aynı zamanda bilgi bazlı bir sektörün ağırlığını, yüzde 4'den yüzde 25'e yükseltmiştir. Oysa Türkiye'nin tekstil ve gıda katma değerinin ağırlığı aynı sürede sadece yüzde 41'den yüzde 32'ye geriletebilmiş, yatırım malı üretiminde ise göreli bir artışa rağmen imalat sanayinde geleneksel sektör ağırlığı devam etmiştir. İhracat'taki farklılaşma ise daha da büyüktür: 2009'da Kore'nin ihracatı içinde ileri teknoloji ürünlerinin payı yüzde 32 iken Türkiye'ninki yüzde 5, düşük teknoloji ürünlerinin payı Kore'de yüzde 10, Türkiye'de yüzde 39'dur. Bileşimdeki bu katma değer farkının sonucu Kore'nin ihracatının 363 milyar dolara ulaşması, Türkiye'nin ise ciddi artışa rağmen 97 milyar dolarda kalmasıdır. Üstelik Türkiye'de yapısal dönüşümün gerçekleştirilememesi, ihracatı çok aşan bir ithalat büyümesine de yol açmaktadır.

Geç te olsa yapabiliriz

Kore'de başlangıçta doğrudan dış yatırım ve lisans anlaşmaları ile teknoloji transferi ve taklitçilik şeklinde başlatılan bilim ve teknoloji politikaları, milli gelirin yüzde 3'ü gibi bir oranda yoğun ar-ge harcaması ve araştırmacı eğitimi ile son 20 yılda teknolojinin içselleştirilmesi ve yeniden üretilmesi aşamasına varılmasını sağlamıştır. Bu stratejik sanayi politikasının yarattığı çarpıcı fark da alınan patent sayısında belirginleşiyor: 2000'li yıllarda Türkiye'de dosyalanmış yıllık patent 20'ye zorlukla varırken, Kore'de 3000'e yaklaşıyor. Bilim insanı ve teknik eleman yetiştirilmesi açısından da benzer bir durum söz konusu.

Kore'nin 70'li yıllardan beri yürüttüğü, bizim ise ar-ge düzenlemeleri ve sanayi stratejisi arayışları ile yeni yeni düşünmeye başladığımız süreç, yüksek katma değer üreten bir ekonomik yapı dönüşümünü sağlayacak bir modeli, bu amaçla tutarlı teknoloji, bilim ve eğitim politikaları ile bütünleştirerek uygulamaya koymaktır. Başarı hikayesi yaratmanın sağlıklı yolu da budur.

Tüm yazılarını göster