Gerçeklerle barışamayanların hesaplaşması

Uğur CİVELEK ARKA PLAN dunyaweb@dunya.com

Basın yolu ile geniş kesimlerin bilgisine sunulan bazı veri ve haberleri yan yana getirdiğimizde, umulanın aksine sorunların ağırlaştığını ve çaresizliğin büyüdüğünü görüyoruz. Başta altın ve petrol olmak üzere emtia fiyatlarında yaşanan hareketlilik de belirsizlik ve kırılganlığın arttığını tescil ediyor. Yapay beklentilerle yönlendirilen piyasalar, günü kurtarmak uğruna kıt kaynakları görülmemiş bir hızla israf ederken, her şeyin temeli durumundaki adalet mekanizması ya çalışmıyor ya da ters çalışıyor giderek yoğunlaşan bilgi kirliliği olumsuzlukların büyümesinde etkili oluyor.

Bir bakıyorsunuz Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü'nün (FAO) gıda endeksi, ocak ayındaki yüzde 3.4'lük artıştan sonra şubatta da yüzde 2.2 oranında yükseliyor; iki aylık hareket yüzde 5.7 oranına yaklaşıyor. Bu veri küresel eğilimler konusunda olumlu düşünmeyi imkansızlaştırıyor. Enflasyonla birlikte işsizliğin artacağını, ekonomik daralmanın geri döneceğini, sorunlu krediler artar iken menkul-gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerinin göreceli olarak değer kaybedeceğini söylüyor. Fakat bu gerçeği fiyatlayamayan finansal piyasalar yıkıcı potansiyeli çok yüksek olan bu tehlikeyi görmezden geliyor. Hem de bu tavrın küresel krizde yeni dalgalara davetiye anlamına geldiğini bile bile!..

Gerçeği görmek yerine ABD ekonomisinden gelen verilerle teselli bulmayı tercih ediyor: İşsizlik oranı yüzde 8.9'a gerilemiş ve tarım dışı istihdam 200 bin kişi artmış. Bir an için bu rakamın gerçeği yansıttığını varsayalım: Bu durum gıda fiyatlarındaki artışın daha da hızlanabileceği mi yoksa gerileyeceği anlamına mı geliyor? Yanıt sorunun büyüyeceği, gıda fiyatlarındaki artışın hızlanması ile birlikte işsizlikteki azalışın kalıcı olamayacağı şeklindedir. Başka bir deyişle kısa vadede moral bulmaya çalışan finansal yapının ömrü daha hızlı bir şekilde kısalmakta ve sorunları ağırlaşmaktadır...

Ülkemizde Rekabet Kurulu'nun, sekiz bankayı sorguya almasına sebep olan durumda ilginç bir görüntü oluşturmaktadır. Efendim söz konusu bankalar ücret ayarlamaları konusunda rekabet kurallarına aykırı tavır sergilemiş... Türkiye İstatistik Kurumu'nun ücretler konusundaki bir çalışması 2002 yılı sonrasında en az satın alma gücü kaybına uğrayan kesimin bankacılar olduğunu tescil ediyor: Söz konusu kesimdeki ücretli endeksi 100'den 75 düzeyine gerilemiş, diğer ücretli kesimlerdeki kayıp çok daha büyük imiş! Bu tabloya bakınca ağlanacak halimize gürlemekten başka bir şey yapamıyoruz!.. Birleşmiş Milletler'in küresel gıda endeksi ise satın alma gücündeki yıpranmanın hızlandığını böyle olmaya devam edeceğini söylüyor!.. Bankaların ise böyle olmayacağı varsayımı ile toplam kredilerini son sekiz yılda sekiz kat arttırdığı biliniyor!.. Şimdi soralım 2002 sonrasında verilen kredilerin ne kadarı riskli hale geldi ve BDDK bu konuda ne yaptı? Esnaf, köylü ve emeklinin durumu ücretlilerden daha dramatik hale gelmiş iken ve bu son gruptaki satın alma gücü kaybı bilinirken nasıl oldu da ekonomi toplamda yüzde 40'ı aşan oranda büyüyebildi? veya kişi başına gelir nasıl oldu da 2 bin 149 dolardan 10 bin dolar seviyesinin üzerine çıkabildi? Düzenleyici ve denetleyici kurumlar topluma karşı görevini yaptı mı? Alınan vergilerin karşılığı olarak vatandaşın can ve mal güvenliği sağlanabildi mi? Hesap vermesi gerekenler sebep oldukları sorunların hesabını vermeden hesap sormaya başlar ise bundan sonra yaşanabileceklerin daha iyi olacağını düşünebilir misiniz? Sorunlar bugünkü boyuta gelinceye kadar Rekabet Kurumu, BDDK gibi kurumlar neredeydi ve bu saatten sonra neyi düzeltebileceklerini sanıyorlar? İş işten geçtikten ve sorunlar ağırlaştıktan sonra olumsuzluğa müdahale ediyormuş gibi görünmek hiçbir şeyi düzeltmez, güven bunalımının oluşması ve genişlemesini engellemez.

Hiçbir şey göründüğü gibi değil iken bu durumu gerçeğin kendisi imiş gibi göstermek adına bilgi kirliliği yaratarak toplumu yanlışa ve israfa sürükleyenler, son anda bir şeyler yapıyormuş gibi görünerek sorumluluktan kurtulamaz. Bu ülkenin taşıyıcı kolanları durumundaki vatandaşlarımızı ekonomik olarak kırılganlaştırmanın, bu olumsuzluğu önlemek adına doğru zamanda gerekenleri yapmamanın bir bedeli vardır. Bu süreçte yaşların yanında kurularda yanabilir...

Gerçeklerle barışık olabilsek ve serbest piyasa anlayışını olması gerektiği şekilde çalıştırabilse idik şüphesiz her şey daha farklı olabilirdi; ama olmadı! Sorunları küçük iken çözme fırsatı kaçırılınca pozisyonlar ve bunların yarattığı sorunlar bizi çözmeye sorumluları birbirine düşürmeye başladı. Adalet cephesinde yaşananların da bu sürece paralel şekilde olumsuzlaşması sürpriz değildi. Günü kurtarma ihtiyacı her iki cepheyi de yozlaştırdı bir taraf riske hassasiyeti tüketip kıt kaynakları israf etti, diğer taraf ise kendisi gibi düşünmeyenleri kuvvetli şüphe ile suçlu olarak görerek susturmaya çalıştı. Bilgi kirliliği ise insanlıktan, inançtan, olumlu anlamda medeni olan her şeyden uzaklaştığımızı gizledi. Ne diyelim: Bindik bir alamete, gidiyoruz... Sanki aklını iyiye kullananlar ile kötüye kullananlar arasındaki savaş bitmiş, kazanan ikinci grup içinde kuralsız yeni bir çekişme başlamış!.. Ne ekildi ise onun biçileceği unutulmuş...

Tüm yazılarını göster