Gelişmekte olan ülkelerde yönetimin kanser hücreleri

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Duayenlerin, guruların, çağ liderlerinin gazete sayfalarında boy göstermediği tek bir günününüz oluyor mu?

Mutlaka şöyle düşündüğünüz anlarınız olmuştur: Bu kadar sözün hangisini aklımda tutabilirim? Bu anlatılanların hangisi benim işimi kolaylaştırır?

İşimize yaradığına inandığımız varsayımların bu denli hızla aşındığı, işe yaramaz hale geldiği bir başka dönemin yaşandığını sanmıyorum.

"İnançtan düşünceye geçme", "topluluktan topluma dönüşme" ve "taklitten yaratıcılık aşamasına ulaşma" yaşamın üç temel dinamiğidir. Bu üç dinamiği iyi kavramadan sağlıklı bir gelecek inşa etmemiz çok güç olacaktır.

MSD laboratuarlarında çalışan Dr. Cem Cüneyt Elbi'nin bir saptaması gazetelere yansıdı. Onkoloji hastalarının mekanizmaları, yeni ilaçların bulunması ve geliştirilmesi üzerinde çalışmalar yapan bilim insanımız, "… insan vücudunda hücre DNA'larının her gün yenilenmesi sayesinde yaşamın sürdürülebilirliği sağlanıyor" diyor. Somut bir örnekle, bu yalın anlatımı zihinlerimize iyice yerleştirmek istiyor: "… mesela güneş altında uzun süre kalan insanların hücreleri zarar görür; ama bu hücreler yenilenince sağlığın tehlikeye girmesi söz konusu olmaz. Üzerinde çalıştığımız araştırmalarda bu 'yenilenme sürecini' göz önüne alarak yeni bir yöntem geliştirmeyi umut ediyoruz. Çünkü kanser hücreleri de kendi kendini yenileyebilen hücrelerdir. Eğer bu hücrelere kendini yenilemeyi unutturursak, kendini yok etmelerini sağlayabiliriz."

Howking, populer tartışmalarda yankı bulan son makalesinde, "…uzay ve zaman boyunca sürekli küçük tüneller veya kestirmeler şekillenir, kaybolur ve bu kuantum dünyası dahilinde yenilenir" saptamasını yapıyor.

Bilim insanları, birikim yeteneklerimizi korumanın ve uzun dönemli geleceği güven altına almayı anlatırken kullandıkları temel kavram "…kendini yeniden üretme" kavramıdır.

Kendini yeniden üretmeyen canlı önce rutine yakalanır; bir süre sonra birikmişini harcamaya başlar; son tahlilde de kendini yok eder. Bu ister bir gazetede köşe yazarı olsun, ister küçük bir işletmeyi yönetsin, isterse devlet düzeyinde yönetime egemen olsun, bütün yöneticiler için unutulmaması gereken kuraldır.

Yönetimin kanseri

Gelişmekte olan ülkelerde "yönetimin kanserli hücreleri" nelerdir? Yönetimde kendini yeniden üretmeye önleyen, hastalıklı hücrelerin kendilerini beslemesini sağlayan dokuz noktayı sizlerle paylaşacağız:

· İşini "…miş gibi" yapma sığlığı: Başarının sırrı içtenlikle işe koyulmaktır. Her insan hata yapabilir. Önemli olan hata yapmak değildir; hataların sürekli tekrarlanmasıdır. Bir yönetimin "….kendini yeniden üretme mekanizmasını işletiyorum" iddiasını ortaya koyması, öncelikle "hata kültürünü güven altına almasına" bağlıdır. Hata yapmak, öğrenmenin temel aracıdır. Ama, hataların tekrarlanması, giderek bir kar topu gibi büyümesi de yeniden üretim mekanizmasını tıkar. İşini içtenlikle yapan insanın hatalarından ötürü sorgulanmaması gerekir. Burada söylenenlerin tersini yapan, örgütünü sessiz bir ölüme götüren yöneticiler her zaman işlerini "…miş gibi" yapan yöneticiler olmuştur. Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde, negatif seleksiyon kuralları geçerli olduğu için böylesi yöneticilerin sayısı bir hayli kabarıktır.

· Kötü gidişi halı altına süpüren, acı gerçekleri duymamak isteyen şark kurnazlığı: Yönetimde kendini yenileyen anlayışın önünü tıkayan bir başka tutum, gerçeklerle yüzleşme yerine, onları halının altına süpürmeyi tercih eden anlayışın yaygınlığıdır. Bir örgütte, kendi gerçeğini hayatın öz gerçeği önüne koyan yöneticiler egemense, orada uzun dönemli gelecek güven altına alınamaz.

Canlı varlıkların kendilerini yeniden üretmesi "acı gerçekle yüzleşme özgüveni" anlamına gelir. Yüzleştiğimiz gerçekleri analiz eder; çevremizden ve kendimizden kaynaklanan eksiklikleri tamamlar, işimizin rotasında ince ayarlar yapabilirsek başarılı oluruz.

. Aykırı görüşleri uzaklaştıran yalıtımcı anlayış: Yalıtımcı anlayış, değerleri koruma bakından önemlidir. Ama bu ilkeli bir yalıtımcılık olmalıdır. Örneğin Nobel Ödülleri adayları çok gizli tutulur ki, aday yıpratılmadan değerlendirilme yapılsın. Ama, kendi eksiklerimiz nedeniyle gerçekleri unutturan bir tutum içindeysek, aykırı görüşlerin zenginliğini kullanma yerine onları uzaklaştıran bir anlayış sergiliyorsak, kendini yeniden üretmenin olumlu yönünü geliştiremeyiz.

· Süreçleri unutan, sonuçlarla uğraşan yaklaşım: Gelişmekte olan ülkelerde insan ve sermaye kaynağının israfına yol açan bir başka tutum, sonuçlar üzerinde fazla durulurken, süreçlerin işleyişine gerektiği kadar kafa yormamaktır. Oysa, her şeyin çok hızlı değiştiği çağımızda, süreçlere egemen olmadan rekabet yarışını sürdürmek mümkün değil. Çevrenizdeki yöneticilere bakın, metodu verilmeyen rakamlara, hep yukarı doğru yükselen grafiklerle açıklamalar yapıyorlarsa, biraz kuşkuyla yaklaşın. Çünkü hayat, tornistanı olmayan gemi değildir. Başarılar ve başarısızlıklar birlikte vardır. Süreçlerle uğraşmayanlar da, sonucu belirleyen dinamikleri yeterince kavrayamaz, kaynak israfına neden olurlar.

· Baskı kurmayı, diyaloga tercih eden tutum: Önemli olan insanın düşüncesi; o düşüncelerin sentezi olan aklıdır. Aklı geliştiren en etkin araç "diyalog"dur. Eğer baskı kurmayı diyalog geliştirmenin önüne koyan bir yönetici varsa, o insan ortak aklının ne denli değerli olduğunun farkına varmamıştır. Diyalog kuşkusuz emek, sabır ve direnme gerektirir. Zamana kıyma becerisi olmadan diyalog geliştirici bir tutum gösterilemez. Diyalog olmadan yaptığımız işlerdeki sapmaları net bir biçimde belirleyemez; düzeltmeleri yapamaz, geleceği güven altına alamayız.

· Kolaycı suçlama yerine, analizle neden ve niçin sorularına yanıt arayan ciddiyet: "Akla nazar değmez". İnsanların doğal eğilimi kendilerini beğenmektir. İnsan, yaptığı işi kendi zihninde gerekçelendirmek, bir meşruiyet temeli üzerinde oturtmazsa, onu sürekli şekilde yapamaz.

Gelişmekte olan ülkelerde yönetim kanser hücrelerinden biri de, başkalarını suçlama alışkanlığıdır. Kolaycı suçlama yerine, iş üzerinde ciddi bir otopsi yaparak, eksikliğin,noksanlığın ve aksamanın kaynağını bulmak emek ve zaman harcamayı gerektirir. O nedenle kolaycı yolu tercih eden, ucuz kahramanlığın peşinde olanlar, sorunlara yanıt arayan ciddiyeti gösteremez. Sonuçta, hepimizin ortak değeri olan insan ve sermaye kaynakları israf edilir.

· Bilgiyi anlamaya dönüştürmeyen kolaycılık: Bilginin önemli olduğunu,ama onu anlamaya dönüştürmedikçe de yarar üretemeyeceğini biliyoruz. Bir yöneticinin bilgiyi anlamaya dönüştürmesi için, sezgilerinin güçlü, bilgilerinin yeterli ve farkında oluşunun da ileri düzeyde olması gerekir. Bu da işine hakimiyet gerektirir. O da yetmez, işine sürekli akıl katmalıdır. Usta bir yönetici, bütün bildiklerini emrinde çalışanlara aktaran, bir sonraki toplantıda aktaracak yeni bilgiler üretebilen yöneticidir. Yoksa, bildikleri ile "idare eden" kimse olmak yönetici değildir.

· Kral çıplak diye bağıranları tasfiyeye yönelen yalıtımcılık: Aykırı düşünenleri, kendisine uyarı yapanları tasfiye eden yönetimler hüsrana uğrar. Yetenekli, özgüven sahibi, bilgisine ve saptamalarına güvenen insanlar açık sözlü olur. Güvensizler ise, amirlerinin her dediğini yapan, ona yaranmak için yamulanlardır. O nedenle, yönetimin kanser hücrelerinden biri de açık sözlü olanların tasfiyesidir.

· Değişkenler üzerinde kafa yormayan algılama: Gerçeklik yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelin varsayımları değişince gerçeklik de değişir. Gelişmekte olan ülkelerde yönetim kanserinin hücrelerinden bir diğeri de "varsayımları ezberleme" alışkanlığıdır.

Sonuç olarak, gelişmekte olan toplumlarda kendini yeniden üretme mekanizmasının önemi iyi kavranmalıdır. Bu mekanizmaların işleyişini önleyen algılamalar hızla tasfiye edilmelidir ki sağlıklı bir gelecek yaratılabilsin...

Tüm yazılarını göster