GDO'ları "gizlilik korumasıyla" serbest bırakmak vatana i

Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Genetiği değiştirilmiş organizmaların tarımına izin veren kararname "açılım, domuz gribi, ıslak imza vb." gürültünün içerisinden sessizce geçirildi. Böylelikle GDO'ya dayalı tarım "resmileştirilmiş" ve denetimden de arındırılmış oldu. Öyle ki, GDO içermeyen ürünlerin etiketlerine GDO içermediğine dair ibare yazılması yasaklandı. Yönetmeliğin 5. maddesinin 8. bendinde "GDO'suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO'suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz" denilmekte. Böyle bir kararı alan mekanizmanın ne olduğu bilinmemekte. Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı'ndan görüş almak ihtiyacı bile duymadan bu kadar ısrarcı bir karar alabiliyorsa, bunun arkasında ne tohum üreticisi firmaların lobicilik faaliyetleri, ne de sözüm ona çiftçinin "biyoteknoloji tutkusu" olabilir, ancak ve ancak topyekûn felç ya da "reddedilemeyecek teklif" söz konusudur.

GDO'ya dayalı tarımın çevre ve insan sağlığı üzerine olan olumsuz etkileri toplum tarafından çok iyi bilinmekte. Ne var ki bu teknoloji ile üretilen "Frankeştayn" gıdaların diğerlerinden bakarak ayırt edilmeleri mümkün değil. Dahası başta bisküvi endüstrisi olmak üzere, meyve sularından, hazır gıdalara kadar binlerce ürün içerisinde bir şekilde katkı olarak bulunabilirler. Bugüne kadar kanuna aykırı olarak yürütülen uygulama, bundan sonra kararnamenin "resmi korumasıyla" maskelenecek. Hekimler istedikleri kadar "astım niye artıyor, Alzheimer neden bu kadar genç yaşlarda başlamakta, kanser neden bu kadar yaygınlaşıyor" diye düşünsünler, elle tutulur araştırma yapma şansları da ortadan kaldırıldı.

Sağlık Bakanlığı'ndan görüş alınmamış

GDO'ların üretilmesi ve tüketilmesi entegre olmaya çalıştığımız Avrupa ülkelerinde hemen hemen tamamen yasak. Ülkemizde ise kararname gücüyle serbest ve dahası gizli. Tarım Bakanlığı vatandaşının neyle beslenmekte olduğunu açıklamak istemiyor. Bilim çevrelerinin onca uyarılarına rağmen güvenli oldukları kanıtlanmamış bu ürünleri, bütün dünyanın tersine serbest bırakıyor. Çocuklarının beslenmesi konusunda titiz vatandaşın elindeki son savunma noktasını, yani bilgilendirmeyi de ortadan kaldırıyor. Bu durum bir muz cumhuriyetinde değil, Türkiye Cumhuriyeti'nde gerçekleşiyor. Vatandaşını domuz gribinden nasıl koruyacağım diye uykuları kaçan Sağlık Bakanı hiçe sayılıyor, fikir sormak bile gereksiz görülüyor. Peki bu neden yapılıyor? Bu ülke bugüne dek açtı da GDO teknolojisi sayesinde mi doydu? Vatandaşlar yeterince beslenemiyordu da yüzü GDO sayesinde mi güldü? Çiftçi kazanamıyordu da GDO tarımı sayesinde mi topraklar coştu? Bunca sorunun yanıtı verilemezken bir avuç tohum tröstünün çıkarlarını kollamak dışında amaç gütmediği açık olan bir kararnameyi çıkarmak vatana ihanet değil de nedir?

Domuz gribi konusunda varılan nokta

Geçen haftaki gelişmeler domuz gribi konusunda ifade ettiğim projeksiyonların hatalı olmadığını gösterdi. Türkiye'deki iki referans laboratuvardan birinin yöneticisi olan İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Badur, kendilerine gönderilen kan örneklerinde yüzde 98 oranında H1N1 saptadıklarını açıkladı. Bu şu anlama geliyor, "domuz gribi olduğunu düşünerek hastaneye başvuran hastaların hemen hepsi hastalığı geçirmekte". Dolayısıyla, hastalık tablosunu daha hafif geçirenlerin de bulunduğunu varsayarsak, domuz gribi bir salgın olarak gösterebileceği etkiyi aşağı yukarı ortaya koymuş durumda. Hastalığın klinik yayılımı ve şiddeti konusunda bundan sonrası için panik yapılmasının bir anlamı kalmadı. Ne var ki aşılama öncesi bağışıklık durumu yeniden değerlendirilemeyecek. Bu veriler ışığında bakarsak, hastalığı geçirmiş olan vatandaşların da bir kısmı gereksiz aşılanmış olacak. 

Tüm yazılarını göster