Faruk Şüyün'ün olmayan günlüğünden…

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Balkondaki limon ağacını izliyorum günlerdir.

Sonra saksıları. İçlerindeki fesleğenleri, sardunyayı. Bir de zeytin ağacını ve de aloe vera fidanını. Topraklarına rüzgâr gülleri batırdım, büyük bir ısrarla dönmeye çalışmalarını seyrediyorum. Kuş sesleri, karga bağırtıları, martıların çığlıkları olmasa, şairin dediği gibi yere dökülen un sessizliğinde sürecek bu hayat…

A, bir de yiten günlerin büyük bir şakırtıyla kırılması var tam geceyarısında… Şangırrr!

İşte bir gün daha geçti hayatımdan… Komşular, tam uyku saatlerinde bu kırılma sesini duymuşlar mıdır diye endişeleniyorum. Balkona çıkıp bakıyorum, çıt yok… Şairin dizesindeki gibi gece, göğe bırakılmış bir balon sessizliği…

İşte bir sürü yaz günü daha var önümde… Ömrümden geride kalan yaz günleri ise çok daha fazla. Artık, turfanda meyveler, sebzeler bile yiyemiyoruz. O sözcük, unutuldu gitti. Yoğurtlu sarmısaklı bir patlıcan kızartması için dört gözle yaz günlerini beklemek, leziz bir yaz meyvesini ağza atmadan önce "eski ağza yeni taam" demek… Şimdi ağızlar ne eski, ne yeni… Hep aynı…

Bu yaz başlangıcı, uzun yıllar sonra, leylaklar kokladım dallarında yeniden. Renklerini seyrettim solmalarından önce. Edip Cansever'e bir kez daha öyle yakın hissettim ki kendimi:

"Korkmuyorum artık solmaktan

Solmaktan ve solgunluktan"

Annemin sonsuzluğa gidişinden sonra böyle oldu. Onu çok özledikçe, korkum da azaldı…

Yaz sıcaklarında, korkmadan, ölen hücrelerimi ve dostlarımı benimsemiş bir durumda bakıyorum yarınlara… Hızla eksiliyor her şey yaşamımdan… Canlılığım, cevvaliyetim eksiliyor…

Hani çürümeye yüz tutmuş, içinde geniş bir kovuk açılmış, ama hâlâ umutla direnen, her bahar yeniden yeşil yapraklar fışkırtan bir ağaç gibi…

"Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu?"

İşte esintiyle birlikte yeniden dönüyor balkondaki rüzgâr gülleri. Limon ağacındaki bebek limonlar büyüyorlar her gün biraz daha.

Doğumgünümdü 29 Haziran. İyi ki doğdun, dediler. "Ölüyorum," diye kadeh kaldırdım. Bebek limonlar balkonda büyürken, ben, her geçen gün daha fazla ölüyorum. Her doğumgünü ölüme bir adım daha değil mi ki?

"Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgâr

Denize bırakılmış çöpler gibi

Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi

Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca."

Deniz, orada, tam karşımda, adaların dibinde usul usul kımıldıyor.

Sahile doğru yürümeliyim öğleden sonra.

Dünkü lodos, anılarımdan kimbilir neler bırakmıştır kıyılara…

Onları, kimseler bulmadan toplamalıyım.

Bir ilkyaz ikindisi daha yaşamalıyım…

Caddebostan'daki balıkçı barınağına gidip bir bira eşliğinde patates tava yiyerek güneşi batırabilir miyim bugün?

Belki ay bile yeniden doğacaktır bu gece. Sahi, bu ayın yarısı nerede?

Ah, bir martı kondu balkon demirine…

Tedirgin, ürkek… Göz göze geliyoruz.

Kendini boşluğa bırakıveriyor…

Balkondaki kaplumbağam Riva gibi yaşamam gerektiğini söylemişti doktor. Ağır, ağır acele etmeden… Yüreğim, bir filinki denli yavaş atarak…

Oysa ben, hep bir kuşunki gibi pırpır çırpındığını hissediyorum onun, hele kalan yıllara baktıkça, hep pürtelâş…

Eğer bir günlük tutuyor olsaydım, ki hiç tutmadım, böyle şeyler yazardım herhalde 29 Haziran doğumgünümün geceyarısında…

Olmayan bir günlükte yazılanlara inanmak gerekir mi? Bunu, ben de bilmiyorum. Karar sizlerin sevgili okurlarım…

Tüm yazılarını göster