Farklı pencerelerden bakalım

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Toplantılarda sürekli anlatıyorum, sıkça da yazıyorum: "Yaşadığımız kriz Türkiye'nin önünü tarihin büyük fırsatlarından birini koydu!"

Ortaya koyduğumuz yargı umut tacirliği için söylenmiş değil.Bir dizi gözleme, o gözlemlerden türeyen gerekçelere dayanıyor.Bu gerekçelerin bir bölümünü özetle bilgilerinize sunmak istiyorum:

Batı uygarlığının yaratıcı zengin ülkeler, "azalan nüfus olgusu" karşısında şaşkın durumda. Yüksek gelirli emeklilerin sayısı her geçen gün artıyor. Batı uygarlığının üretimi sürdürme, birikim yeteneğini koruma ve uzun dönemli geleceğini güven altına almak için genç işgücüne gereksinimi var. Bu işgücü, niteliksiz işgücü ile de sınırlı değil. Yaratıcı alanların bütününde de genç insan kaynağı gerekiyor. Ayrıca 50 + 1 diye tanımlanan, refah devletlerinin yüksek gelirli emeklilerinin barınmadan sağlığa kadar ihtiyaçlarını karşılayacak sosyo-ekonomik düzenlemeler gerekiyor.

Türkiye genç nüfusunu eğiterek işgücü ihtiyacını karşılamada çok önemli bir fırsat yakalamıştır. Ayrıcı iklimini ve coğrafyasını kullanarak yüksek gelirli emeklilere barınma alternatifleri sunabilir. Sağlık altyapımız, emeklilerin ülkelerindeki koşullara göre daha ehven koşullarda hizmet sunmak için örgütlenebilir. Mobilyadan ev eşyalarına kadar, yaşlı insanların yaşamını kolaylaştırıcı ürünler tasarlanabilir; turizm alanında o insanların dinlenmeden eğlenmeye,kültürden inanca ihtiyaçlarını karşılayabilecek potansiyellerimiz vardır.

Örneğin, turizm altyapımızı yeni bir "kavramlaştırma" ile ele almalı; varlık nedeni ve yaratmak istediği sonuç çok net olan bir anlayış çevresinde yeniden değerlendirmeliyiz. Ülkemize erişebilirliği olan insanların dinlenme-eğlenme kalıplarını gözden geçirmeliyiz. Böylece, zaten kaynak bağladığımız altyapıda daha üst verimli işlere geçme şansımızı kullanabiliriz. Bu konuda sadece örgütlenme yeteneğini geliştirerek, verimlilik artırıcı etkenleri iyi yönetebilirsek gelirlerimizi çok farklı düzeylere çıkarabiliriz.

Banyo-seramik ve sağlık gereçlerinden makine ve yedek parça üretimine, mobilyadan alternatif enerji alanlarına kadar ülkemizin oluşturduğu altyapıyı, ihtiyaçlara göre yeniden yapılandırmalıyız. Elimizin menzili altındaki kaynaklarımızı verimli kullanma hünerine ulaşmadan, yabancı kaynak çekerek ülke kalkınmasına katkı yapacağımızı sanmak, kendimizi aldatmanın ötesinde bir anlam taşımaz.

Toprak mülkiyetimizin yapısını gözden geçirerek, rekabet edebilir ölçekte tarım işletmeleri kurulmasını sağlamak gündemimizin önemli maddesidir. Kriz sürecinin yarattığı arınmadan sonra, yeni yatırım döneminde, geleneksel anlayışa, olsa olsa yöntemine tutsak edilmiş tarım işletmeleri sorun yaratacaktır; çözüm üretici olamayacaktır. Giderek artan nüfusun gıda ihtiyacının karşılanmasında,elimizin menzili altında temel kaynaklardan biri olan toprakların verimli işletilmesi ile tarımsal üretimle refah yaratma anlayışını karıştırmamalıyız. En yüksek verimi sağlayan ABD 'de tarım kaynaklı gelirlerin, beş yüz büyük şirketin ilk beşinin toplamı kadar değer üretemediğini bilmeliyiz.Tarımsal üretimi bir "kurtarıcı" olarak göstererek yaratılan "beklentinin" gelişi-güzel yatırım yapılmasına yol açmasının önüne geçmeliyiz.

Ülkemizde giderek artan ve gelişen orta sınıfa, hayati coğrafyamızdaki orta sınıfın ihtiyaçlarını da ekleyerek, yeni bir üretim, pazarlama ve satış stratejisi geliştirmeliyiz. Dışa ve dünyaya açık durarak, yeni zenginlikler üretmenin peşine düşmemek için potansiyellerimizi değerlendirme, öncelikli sorumluluklarımızdan biridir.

Kriz sonrasında parça başı maliyet odaklı birçok üretim alanında gelişmiş ülkeler, çoğu üründe karşılaştırmalı üstünlüğünü yitirecektir.Ülkemiz açısından net döviz katma değeri yüksek, dışa bağımlılığı azaltan, ileri-teknoloji ağırlıklı ürünlere geçiş için bir fikre, tutarlı plana, uygulanabilir programlara sahip olmalıyız.

Geleceği yönlendirecek olan "öncü alanlarda" , avantajlı olduğumuz alanları saptayıp, dünyanın gelişme treninde hak ettiğimiz bir koltukta yerimizi almak için potansiyellerimizi harekete geçirmeliyiz.

Hiçbir zaman 18 milyon ton buğday üretmemiş olan bir ülke olduğumuzu unutmadan, 38 milyon tonluk un değirmeni kapasitesini nasıl yarattığımız, bu konuda ne kadar kaynak harcadığımızı açık yürekle sorgulamalıyız. İspanya'da fabrika ölçeği 5 bin-20 bin ton sarasında olan zeytinyağı işletmeleri varken, Kuzey Ege'de 60 tonluk 117 tesisin bulmasını, sadece iki tesisin bu kapasitenin üstünde olması, ülke genelinde bin 700 tesisin 102 bin ton olan kapasitesinin varlığı, rekabet edebilir ölçek sorununu ele almamızı gerektiriyor.

Nereden baksanız bakınız, güven vermeyen, hepimizin doğruluğu konusunda şüphe taşıdığımız rakamlarımızı inanılır kılacak bir çalışma yapmanın, geleceği inşa edebilmenin temel araçlarından biri olduğunu kabul etmeli; gereğini yapmalıyız.

Başka pencerelerden bakarak, kriz sonrasında insan ve sermaye kaynaklarımızı verimli kullanmazı sağlayan "yeni bir bakış açısına" ihtiyacımız var…Tarihin önümüze koyduğu fırsatlardan yararlanmasını bilelim.

Tüm yazılarını göster