Faiz, yine faiz ve yine kur...

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Bülent Gedikli, dün Ekonomi Muhabirleri Derneği'ne (EMD) kahvaltıda konuk oldu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin İktisat Bölümü'nü bitirmiş, yüksek lisansını ABD'de para banka konusunda, doktorasını ise iktisat politikaları alanında yapmış eski bir siyasetçi olan Gedikli'ye ekonomi muhabirleri elbette bu konularda ve özellikle de faiz-enflasyon ilişkisi konusunda sorular yönelteceklerdi, öyle de oldu. 

Kahvaltıda başkanlık konusu da ele alındı elbette. Ama başkanlık apayrı bir konu, dolayısıyla onu bir kenara bırakalım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın faiz konusundaki görüşünü bilmeyenimiz yok. Hatta öyle ki Erdoğan'ın gerçekleştirmekte başarısız olduğunu itiraf ettiği tek konu yüksek bulduğu faiz. Dolayısıyla, Erdoğan'ın Başdanışmanı Gedikli'den de faizle ilgili olarak farklı bir açıklama gelmesi beklenemezdi, gelmedi de zaten.

Başdanışman Gedikli, EMD üyeleriyle olan kahvaltılı sohbet toplantısında Merkez Bankası'nın "göstermelik 0.25'lik faiz indirimleri" yerine daha seri indirimlere gitmesi gerektiğini söyledi. Gedikli, belli ki 0.25 puanlık indirimleri yetersiz buluyor ve daha yüksek indirimler istiyor. Merkez Bankası 21 Nisan'daki son Para Politikası Kurulu toplantısında gecelik borç verme faizini 0.25 değil 0.50 puan düşürdü ama anlaşılan bu faiz indirimine ilişkin algı 0.25 puan olmuş.

Bir de şu gerçek var. Seri indirim, daha sık indirim anlamı taşıyor gibi görünüyorsa da, belli ki kastedilen bu değil. Daha yüksek tutarlı indirimler yapılması gerektiği söylenmek isteniyor. Gerçi bu da yeni bir istek sayılmaz ya... 

Merkez Bankası'nın faizi daha yüksek tutarlarda indirmesi gerektiğini biraz önce de belirttiğimiz gibi başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyaset kanadından çoğu kişi sık sık dile getiriyor zaten. Gerçi bu görüşün aksini ifade edenler de yok değil. Bir dönem Ali Babacan. Şimdi Ali Babacan'ın koltuğunda oturmakta olan Mehmet Şimşek. Bu iki isim, enflasyon düşmeden ve bu düşük düzey kalıcı hale gelmeden faizin düşürülmemesi gerektiğini hep vurguladılar.

Artık Ali Babacan yok. Mehmet Şimşek de kaç gün daha var, o da belli değil. 

Yani özünde hükümet içinde bu konuda çok ciddi bir görüş ayrılığı var. Ama insan bazen şunu düşünmeden de edemiyor. 

İyi polis kötü polis mi?

AKP istese Merkez Bankası yasasını değiştirip bu konuyu kökten halledemez miydi, ederdi elbette. Ama bu yola gidilmedi. Yoksa, faiz konusunda mevcut uygulama doğru bulunuyor da, kamuoyuna karşı "iyi polis kötü polis" mi oynanıyor? 

Siyasetçiler aslında faizin düşürülmesinin çok sakıncalı olacağını, öyle faiz bir anda düşürüldü diye işlerin yoluna girmeyeceğini, hatta daha da kötüleşeceğini görüyor ve böyle kalmasını tercih ediyor da, kamuoyunun önüne bürokratları atmayı mı tercih ediyor?

"Bakın biz istiyoruz faizin düşmesini, işlerin açılmasını, ekonominin canlanmasını, yatırımların artması ve işsizliğin azalmasını, ama o Merkez Bankası yasası yok mu, elimizi kolumuzu bağlıyor, ne yapalım Merkez Bankası da bağımsız..."

Bu mu söylenmek isteniyor yoksa. Belki... Zihinlerden neler geçtiğini bilemeyiz. Eğer böyle düşünülüyorsa o zaman da şunu sorma hakkımız doğmuyor mu: 

"Yasa yapma gücünüzün önünde hiçbir engel olmadığına göre, Merkez Bankası yönetiminin görev süresi yeni dolduğuna ve oraya istediğiniz isimleri atamanızın önünde hiçbir engel bulunmadığına göre ve bu atamaları istediğiniz gibi yaptığınıza göre, hala faizden yakınıyor olmak, kamuoyu önünde başarısızlık itirafı anlamına gelmiyor mu? Hem yasa değişikliği yapmayıp, hem Merkez Bankası'na istediğiniz her şeyi yapacak birilerini getirmeyip, sonra da faiz konusundan yakınmak bir çelişki olmuyor mu?"

Yangına körükle gidiyoruz

Döviz zaten yükselme eğilimine girmişti, şimdi bunu daha da körüklüyoruz. Merkez Bankası'nın faizi düşürmesi, hele hele daha hızlı düşürmesi gerektiği yolundaki tüm açıklamalar, yorumlar Türk parasının değer kaybının hızlanması sonucunu doğuruyor. Böyle bir açıklamayı örneğin bir bakan yapmışsa, örneğin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı yapmışsa, piyasadaki etki daha da fazla olabiliyor. Dün de bu durumu yaşadık zaten.

Üstelik yeni atanan Merkez Bankası yönetiminin siyasilerden gelecek telkin ve baskılara ne ölçüde göğüs gerebileceğini kimse bilemiyor. Bu da kaygıları biraz daha artırıyor. 

Kaldı ki dünya piyasaları zaten karışmış. Bir ara FED'in bu yılı faiz artırımında daha ılımlı geçireceği beklenirken, şimdi durum biraz değişmiş. Dolar tüm dünyada yeniden değer kazanma eğilimi içine girmiş. Biz ne yapıyoruz, elimizde bir körük, yangının üstüne üstüne gidiyoruz.

Yalnızca Merkez Bankası'nın faizi hızlı düşürmesi ve aşağılara çekmesi isteği değil ki yaptığımız... Daha önce bu köşede sık sık yer verdik; yabancı yatırımcı şubat, mart ve nisan aylarında portföy yatırımı yoluyla 4.3 milyar dolar getirmişken, 4 Mayıs Davutoğlu operasyonuyla birlikte mayısın ilk haftasında 481 milyon dolarlık çıkış oldu. Bu çıkış belli ki hala sürüyor; bunun en tipik işareti de dolar kurunun yukarı yönlü hareketi.

ABD'den gelen hiç de hoşumuza gitmeyecek türdeki açıklamalar, Başbakanın değişecek olması ve büyük olasılıkla ekonomi üst yönetiminde değişiklik beklenmesi, bu çerçevede Mehmet Şimşek'in Başbakan Yardımcılığı koltuğunda olmama olasılığı, yeni yönetimin izleyeceği ekonomi politikası... 

Bunlar bir yana döviz gelirlerinde turizm kaynaklı umulandan daha düşük gerçekleşme olasılığının çok ama çok güçlü görülmesi... İç siyaset kaynaklı olarak yabancı çıkışı, bunu daha da körükleyecek faiz indirimi... 

Dış etkenlere karşı daha sağlam durmaya çalışmak varken, bu etkenlerin yıpratıcılığını daha artıracak adımlar atmaktan, bindiğimiz dalı kesmekten geri duramamak; anlaşılır gibi değil.

Tüm yazılarını göster