Fado, yalnızca acıyı dillendirmez

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com



Kader, yazgı, alınyazısı, mukadderat... Hepimiz kendimizin ve sevdiklerimizin kaderlerinin güzel olmasını istemez miyiz? Ona ne kadar müdahale edebilir, ne kadar değiştirebiliriz? Hele karşımızda sonsuz bir okyanus varsa ve sevdiklerimiz, belki de hiç dönmemek üzere o ummana açılıyorlarsa; o kıyıda oturup kaderimizi beklemekten başka elden ne gelir? Ve de Afrika, Arap ve Avrupa insanının İber Yarımadası'nda biribirine karıştığı bir burgaçtaysanız... Elinize bir de 12 telli Portekiz gitarı geçmişse bir türkü çığırmayıp da başka ne yapabilirsiniz kaderinize? Tıpkı Neşet Ertaş'ın sazından dinlediğimiz Orta Anadolu'nun o harika bozlakları gibi ezgiler akıp gider, ama bu kez çorak topraklara değil, denize doğru, sonsuza dek dalgaların üzerinde yol alarak... Portekizce söyleyecek olursak bu, "fado"dur ya da hüzün, ıstırap, hayal kırıklığı, umarsız bekleyişlerin türküleri...

Fado balıkçı, kâşif ya da denizci olan sevgililerini, eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yüzyıl Portekiz kadınlarının artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlardan türemiş. Bu nedenle karmaşık duyguları; derin acıları, hüzünleri, özlemi, nostaljiyi, mutluluğu, aşkı bulmak mümkün sözlerinde ve ezgilerinde...
Amalia Rodrigues, Mariza, Dulce Pontes, Lucilia Do Carmo, Mafalda Arnauth, Rodrigo, Ana Sofia Varela, Carlos Ramos, Fernanda Maria, Misia ve Cristina Branco hemen aklıma gelen ünlü fadocular.

Geçtiğimiz haftasonu Mersin Müzik Festivali'nde dinledim onlardan birini, 22 yaşında bir üniversite öğrencisiyken fado söylemeye başlayan Cristina Branco'yu... Bütün fadistalar gibi simsiyah bir kıyafetle sahneye çıkan sanatçı bizleri bütün bir konser boyunca hep ağlatmadığı için de son derece mutlu oldum. Diğer fadoculardan farklı olarak hayatımız gibi bir konser verdi Branco. Yani kötü anları, acıları olduğu kadar iyi olan şeyleri, mutlulukları da anlatmaya çalıştı. Hatta, umut bile vardı ezgilerinde...

Aralarında Marea Duarte, Hollandalı Slauerhoff ve Shakespeare'in de bulunduğu şairlarin şiirlerini/sonelerini fado ile harmanlayan Portekizli sanatçıya akordiyonda Ricardo Dias, Portekiz gitarında Bernardo Couto, klasik gitarda Carlos Manuel Proença ve kontrabas'ta Bernardo Moreira eşlik etti.

Eleştirmenlerça Amalia Rodrigues'in bir şarkı sözündeki gibi "fadoyu yaşıyor ve fado ile nefes alıyor" diye nitelendirilen ve "Fadonun Prensesi" olarak çağrılan Cristina Branco, aralarda yaptığı İngilizce açıklamalarla Portekizce bilmeyen bizlerle de şarkıların sözlerini, duygularını paylaştı. Ve sanatını anlatırken dedi ki:
"Amalia Rodrigues'in sesi beni çok etkilemişti. Şarkıcı olmayı hiç düşünmediğim günlerde Amelia gibi şarkı söylemeye özenirdim. Benim dinlemekten zevk aldığım müzik caz. Caz şarkıcılarındaki doğaçlamaları ve yorumları seviyorum. Ben de fado söylerken yorumlarımda cazdan yararlanıyorum.

Anlamaya çalıştığım, çözmeye çalıştığım tüm duygularımı şarkılarla ifade ediyorum. Benim fadom sadece sahneye değil, bana ve yaşantıma ait. Bence fado şiirlere daha yoğun duygular katıyor, ama benim asıl amacım şiirlerin daha çok kişiye ulaşmasını sağlamak. Sizin ülkenizde nasıl bilmiyorum, ama Portekiz'de insanların çok fazla kitap okuduğunu söyleyemem. Bu yüzden şiirleri müzikle sunmak, onları daha çok insana ulaştırmak için harika bir yol."

Bu duyguları bize de geçirmeyi başardı Branco. 600 kişilik koca salonda, Lizbon'daki küçücük fado kulüplerindeki gibi izleyicilerinin tamamıyla gözgöze gelemese de aktarabildi anlatmak istediklerini. 90 dakika boyunca aralıksız  sahnede kalarak usta eşlikçileriyle birlikte zor bir performansı, yoğun alkışlar arasında bitirdi. Sokağa çıktığımızda kulaklarımda hâlâ tango, caz, fadonun o harika bileşimini yansıtan ezgileri yankılanıyordu...
 

Tüm yazılarını göster