Endüstri devriminde kalan kafalar

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ tandogan2007@gmail.com

Siz nerede arıyorsunuz?
Adam sokak lambasının ışığı altında bir şeyler arıyormuş. Komşusu, "Hayrola ne arıyorsun?" diye sormuş. Adam "Anahtarımı kaybettim, onu arıyorum" demiş. Bunu duyan komşusu "Ama anahtarı kapının önünde düşürmedin miydi?" Adam "Evet kapı önünde düşürdüm. Ancak kapı önü karanlık. Onun için burada, ışıkta arıyorum."

İmza defteri
Yukardaki fıkra bana bir zamanların "imza defteri" uygulamasını hatırlatır. Çalışanın, "işe" zamanında gelip gelmediği böyle denetlenirdi. Kapıya bir imza defteri konur, "mesai" başladığında da kaldırılırdı. İşe geç gelen, gider defteri müdürün odasında imzalardı. Bu şekilde müdür, geç gelen çalışanı saptardı. Kişinin değerlendirmesinde bu veriyi kullanırdı. Adam işe geldi de, nasıl çalıştı? Ne üretti, ne yarattı, katkısı nedir? Bu sorulara cevap vermek, bunlara dayalı değerlendirme yapmak zor olduğundan "idareciler" imza defteri uygulamasını çok severdi. Kapı önünde düşürdüğü anahtarı, sokak lambası altında arayan adam gibi, imza defteriyle eleman kontrolünü yaparlardı.

"Defter yok, göz bebeğinizi uzatın lütfen"
İmza defteri uygulamasını geçmiş zamanda olmuş, geçmiş gibi anlattım. Ama hâlâ eski devirlerde yaşayan kuruluşlar buna imza defteri olarak devam ediyorlar. Teknolojideki gelişmeleri yakından izleyen kuruluşlar ise bunu elektronik olarak yapıyorlar. İşe geliş ve gidişlerinde çalışan kart okutturuyor. Bunu bir adım daha götürüp işi daha kişileştiren şirketler de var. Gözünüzü bir aygıta dayıyorsunuz, sizi tanıyor. Ya da parmak izini okuyan aygıtlar var. Vücudun diğer "değerli"(!) organlarına sıra ne zaman gelecek diye merak ediyorum.
Güvenlik amaçlı yapılan çalışmalara diyeceğim yok. Şiddetin, terörizmin arttığı dönemlerde tesisi, çalışanları korumak için bu tür tedbirler kaçınılmaz. Ama sözüm, sırf çalışanın gidiş gelişini kontrol için yapılanına.

İş ne zaman başlar?
Yapılan işi değerlendiremeyenler, iş yapanın zamanını kontrol ederler. Değerlendirme bir fiziksel kontrole indirgenir. Bakılan, kişi fiziksel olarak orada mı, değil mi? Kişi işe zamanında gelip, zamanında gidiyor mu? O zaman konu ister istemez işin tanımına gelir. Örneğin, bir tekstil işçisi için iş, fabrikaya girince başlar; fabrika dışına çıktığında biter. Bir mağazada tezgahtar olarak çalışan için iş, mağazaya ayak bastığında başlar; mağazayı terk ettiğinde biter. Ama bir fikir işçisi, bilgi işçisi için işin başlama ve bitme zamanı belli değildir. Çünkü bilgi işçisinin çalışmak için tek şeye ihtiyacı vardır, o da beynidir. Beyninin çalıştığı her yerde kişi çalışabilir demektir. Kafasına taktığı konu için beyninin arka planında algoritmalar hep çalışır, durmaz.

Fabrika işçisi gibi görülen çalışanlar
Fikir işçilerinin çalışma koşulları bir fabrika işçisinden farklı olmalıdır. Yakından tanıdığım bir sektör olduğu için, eğitim sektörünü örnek olarak alacağım. Örneğin, öğretmenler fikir işçisidir. Gözünü açtığında çalışması başlar, gözünü kapattığında biter. Bazı meraklı öğretmenler için uykuda bile çalışma vardır.
Öğretmen dersini hazırlar, okula gider, dersini verir. Eğer idari bir görevi yoksa, okuldaki işi orada biter. Ama okul yönetimleri, özellikle özel okul yönetimleri, öğretmenlere "Dersin bitti, ama işin bitmedi; dersin bitse de burada kalacaksın" diyor. Bunu kontrol için de imza defteri koyanı var, kart okutturanı da. Hatta bir özel üniversitede öğretmenlerin fabrika işçisi gibi sınıfa giriş ve çıkışlarda da kart okuttuğu söyleniyor.

Neden böyle?
Çünkü özel okul patronlarının bir kısmının kafası endüstri devriminde kalmış da ondan. Eğitimin, üretimden farkını henüz fark etmemiş durumdalar. Okullarını fabrika gibi, öğretmenlerini de 18. yüzyıl tekstil işçisi gibi görüyorlar. "Para veriyorum, çalışsın" diyorlar. Ama bir öğretmenin çalışmak için ille de okulun dört duvarı arasında, öğretmenler odası denen çilehanelerde bulunmaları gerekmediğini bilmiyorlar.
Peki patron bilmiyor da, "yöneticiler" de mi bilmiyor? Evet, bilmiyor; bazen yöneticilerin kafası da endüstri devrimini geçememiş oluyor. Bazen de yöneticiler, "PÇY" tipi idareci, yani "Padişahım çok yaşa" tipi idareci oluyor. Doğrusunu bilse de, koltuğunu kaybetmemek için patronun her dediğine evet deyip, idare ediyor.

Sonuç
Devir esneklik devri. Eğer çalışanınızın çalışması için ille de işyerinde olması gerekmiyorsa bırakınız istediği yerde çalışsın. Onları fabrika işçisi olarak görmeyin. Özellikle de İstanbul gibi trafiğin sorun olduğu metropollerde, neden onları 9-5 mesaisine zorluyorsunuz? Neden kişilere trafik çilesi çektiriyorsunuz? Neden onları işyeri denen dört duvar arasına hapsediyorsunuz, yaratıcılıklarını öldürüyorsunuz? Çalışanın işyerindeki fiziksel varlığını değil, yaptığı işi, işin kalitesini kontrol edin.
Benden duymuş olmayın ama, endüstri devrimi geride kaldı; artık fikir işçisi, bilgi işçisi de var.

Tüm yazılarını göster