Ekonomide yeni bir mimari inşa ediliyor. Farkında mısınız?

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Uluslararası arenadaki gelişmeler ekonomilerin yeni dönüşümlere hazır olması gerektiğini gösteriyor. Son açıklanan verilere göre ABD'de mali yılın ilk dokuz ayı sonunda bütçe açığı 1 trilyon doların üzerine çıkarken, işsizlik oranının yüzde 10'a yaklaştığı, çalışanların ise yüzde 15'inin yarı zamanlı çalıştığı ortaya çıktı. Benzer veriler birçok ülke için de geliyor. Ama her halde en ilginci yaklaşık 200 milyon insanı açlık sınırında yaşayan Çin'in döviz rezervinin 2 trilyon doları aşması ve bunun önemli bir kısmını ABD tahvili satın alarak tutması yani bu ülkeye borç vermesidir.

Buna benzer veriler arka arkaya sıralandığında artık iktisat politikalarında da dönüşüm zamanının geldiği görülüyor. Bunun için öncelikle iktisat politikası yapıcılarının, bireylerin ve firmaların ekonomiye olan bakışlarını belirleyen paradigmaları değiştirmek gerekiyor. Bu belki zordur. Ama ayıp değildir. Bu dönüşüm iktisatçılar ve yaptıkları iş sonrası adına iktisat teorisi ve iktisat politikası dedikleri ürünleri için de geçerlidir. Ünlü felsefeci K. Popper'un çok bilinen yanlışlanabilirlik bilgi kuramına göre de "bir kuram yanlışlanana kadar doğrudur. Yanlışlandıktan sonra artık yerine geçen yeni kuram doğrudur." Popper'dan hareketle iktisat politikası yapıcılarının yani politikacıların ve iktisatçıların artık bu değişime hazır olmaları gerekiyor.

Değişime eğer kuram ile başlarsak, 1980 sonrası iktisat dünyasına egemen olan Yeni Klasik Makro Okul çökmüş durumdadır. Çünkü onların öngörülerinin aksine bireyler iktisadi olgulara karşısında akılcı davranmadılar (davranamadılar), fiyat mekanizması piyasayı süpürmedi (dengeye getirmedi) ve son olarak da ne yazık ki işsizlik de geçici olmadığını gösterdi. Tüm bu yanlışlamaların ardından birçok iktisat politikası öngörüsünde de değişiklik oldu.

Örneğin 2002 yılında ABD ekonomisinin durgunluğa girme tehlikesi olmadığını söyleyen ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, bugün ülkesinde durgunlukla mücadele ediyor ve yeni klasiklerin politikaların etkisizliği savını savunmaktan vazgeçerek tam aksine başında olduğu Bankanın uyguladığı para politikasını nasıl etkin kılabilirim derdine düşmüş durumda. Bunlar sadece bir politika değişikliği değildir. Bir paradigma değişikliğidir.

Bu değişim henüz kuramsal ve kurumsal hale gelmemiştir. Bunun için yeni bir mimari ve yeni bir inşanın ön hazırlıkları yapılmaktadır. Her ülke de bu mimari projenin bir yerinde yer alacaktır. Nerede ve hangi konumda yer alınacağına elbette baş mimar ana belirleyici olmakla birlikte ülkelerin kendileri de buna karar verecektir. Yani teknoloji ve bilim üreten bir ülke mi, yoksa sadece kendi çöplüğünde horoz olmayı mı seçecek, bu o ülkenin kararı olacak. Açıkçası ülkelerin şu an ki durumları İkinci Dünya Savaşı sonrasına çok benzemektedir. O dönemde ülkelerin önemli bir kısmı iki kampa, Sovyetler Birliği ve ABD kamplarına mahkum olmuşlardı. O dönemde alınan kararlar ülkeleri bugüne taşıdı.

Şimdi ise ortada sanki tek kamp varmış gibi duruyor ise de bizzat kampın yönetimi kampta ve uygulamalarda değişiklik yapmak istiyor. Bundan dolayı yeni kampın inşası ve inşa öncesi mimari projenin çiziminde siz neredesiniz sorusu ülkelerin önünde duruyor.

Bu soruya verilecek geniş kapsamlı yanıtı haftaya bırakıyorum. Ancak kriz çözümünde izlenen yönteme ilişkin bir soru sormak istiyorum. Yanıtı da hemen vereceğim. Bir ülkede krizi çözerken krizin maliyeti nasıl dağıtılacak? Vereceğimiz yanıt bir paradigma değişikliğini varlığını da gösterecektir. Örneğin Türkiye bu hafta aldığı kararlar aynı yerde olduğunu, paradigmasına bağlılığını ifade etti ve krizin maliyetini halka özellikle çalışan ve üreten halka mal etmeye karar verdi. Bakalım maliyeti yüklenenlerin tepkisi ne olacak? Bu yükü çekebilecekler mi?

Tüm yazılarını göster