Ekonomide diyet ve yeni hedefler

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçtiğimiz yılın son çeyreğinde yüzde 6.2 gibi keskin bir daralma yaşayan Türkiye ekonomisinde, bu yılın ilk çeyreğinde bunun iki katından fazla ikinci bir küçülme olduğunun ortaya çıkması, aslına bakarsanız, toplumda çok da yıkıcı bir etki yapmışa benzemiyor. Ülkemizi birinci çeyrek bağlamında geçen yıla göre küçültme rekortmenleri arasına sokan bu gelişmenin, genellikle beklentilerin de üstünde olmasına rağmen, büyük bir şaşkınlık yaratmamasının temelinde krizlere şerbetli ve kaderci oluşumuzun da etkisi var, esnekliği ve refleksleri yüksek bir ekonomik yapıya sahip oluşumuzun da. Ama bu durumu olumlu diye nitelemek zor; çünkü küresel ekonomiye eklemlenme düzeyimiz çok yüksek olmasa da, hem gelişmemizin hem de gerilememizin kendi kontrolümüz altında olmadığını, konjonktürün sağlayacağı fırsatlara fazlasıyla bağımlı bir uydu ekonomi karakterini taşımaya devam ettiğimizi gösteriyor. Kuşkusuz ilk çeyrek sonundaki yerel seçimlerden sonra kamu yönetiminin kriz konusunda daha gerçekçi politika tedbirlerine başlamasının yarattığı nispi iyimserliği de dikkate almak gerekiyor.

Küçülmenin arka planı

2001 krizi sonrasındaki ekonomik performans, 2007'ye kadar süren parlak dönem ve 2007 sonrasındaki yavaşlama kesitleri birlikte incelendiğinde, ülkenin kalıcı bir yol haritasının çizilmesi için pek çok veri ve ipucu sağlıyor. Bunların tümünü mercek altına alacak ve zaaflar ile avantajların bileşiminden doğru stratejiler üretecek etkin ve özenli bir kamu yönetimine ihtiyaç, giderek hayati bir önem kazanıyor.

Son daralma verilerinin ayrıntılarına baktığımızda yeniden hatırladığımız bir gerçek, Türk ekonomisinin yükünün giderek artan bir oranda sınırlı bir kesimin, imalat sanayiinin ve varlıkları ona bağlı ticaret ve hizmet işletmelerinin üzerinde yoğunlaştığı, onların da defalarca yinelediğimiz yapısal sorunları ve kurumsal altyapı yetersizlikleri ile bu yükü taşımakta zorluk çektikleri yolunda. Doğal bir üstünlüğümüz olduğunu sandığımız tarım verimsiz ve dağınık yapısıyla ülkenin performansını belirlemede neredeyse devre dışı kalırken, haklı olarak artışıyla övündüğümüz dış ticaret hacmimiz ve ihracatımız hem yapısal niteliği itibariyle cari açık üreten bir çıkmaza sürüklenmiş, hem de dış pazarların ekonomik performans açısından önemini bir hayli artırmış durumda. Bu nedenle bir yandan ekonominin küçülmesine üzülüyor, bir yandan da yapısal dönüşüm sağlanmasa da böylece azalan cari açık nedeniyle ferahlıyoruz.

Benzetmede hata olmaz, tıpkı yanlış beslenme ile obezleşen, ama fakirleştiği için daha fazla obezleşmeyeceğine sevinen, yine de gerçek çözüme yani sağlıklı beslenmeye niyetlenmeyen bir insana benziyoruz.

Sürpriz yok ama zaman kısalıyor

Şimdilerde pek çok kişi ve kesim, sağlam finans kesimine, hanehalkının düşük borçluluk düzeyine, düşen enflasyona ve faizlere rağmen Türkiye'nin neden bu kadar daraldığını çözümlemeye çalışıyor. Oysa düşük dozdaki tepkilerden de anlaşılıyor ki reel kesimdeki karar birimleri uzunca bir süredir bir yavaşlamayı fiilen yaşıyor ve gözlüyorlar. Son dokuz ayda krizin etkileri, zaten başlayan bir büzülme sürecinin sadece daha fazla hızlanmasına ve keskinleşmesine yol açmış.

Gerçekten 2007 yılından bu yana, Türkiye'nin beş yıl boyunca sürdürdüğü yüksek büyüme performansının sürdürülebilirliği, cari açığın tehlikeli bir şekilde artışı ve mali disiplinde gevşeme belirtileri ile, kuşkulu bir hale gelmişti. Buna ekonominin gündemdeki yerini siyasi ve hukuki gerilimlere bırakması da eklenince, yapısal reformlara yönelik odaklanma da önemini yitirmiş ve ekonomik birimlerin gelecek ile ilgili bekleyişleri kötüleşmeye başlamıştı. Unutmayalım, kriz olmadan da herkesin beklentisi orta vadeli program ve yeni bir stratejik yol haritası idi. Dolayısıyla krizin etkisi, muhtemelen daha uzun bir döneme yayılacak yavaşlama ve duraklamayı hızlandırması ve dibe yaklaştırması olmuştur; yoksa gidişatı tümüyle ters çevirmesi söz konusu değildir.

Uluslararası bir rating kuruluşunun Türkiye yetkilisi Ayşe Botan Berker'in haziran ayındaki bir Finans Klüp toplantısında, hepimizin sık sık öfkelendiği Türkiye'nin derecelendirme notu ile ilgili olarak vurguladığı gibi, sadece ekonomik performansı değil yönetişim, saydamlık, kurumsal gelişme gibi faktörlerdeki durumu da kapsayan uluslararası endekslerde geri kalmamız da, siyaset ve hukuk düzenimizin kendine özgü gariplikleri de ülkemizi "öngörülebilirlik düzeyi düşük" kıldıkça darboğazları aşmamız güçleşecek. Çünkü ihracat pazarlarında ve dış finansman imkanlarında daralma, önümüzdeki dönemde ekonomide rekabet gücümüzü artırmayı ve dış tasarrufları çekmek için yatırım ortamını istikrarlı ve riski düşük hale getirmeyi eskisinden de fazla zorunlu kılıyor.

Sorun, kamu finansman dengesi ve mali disiplin bakımından çok yararlı olsa da, IMF anlaşması ile de aşılamayacak kadar çetrefil. Yeni bir dünyada ve yeni koşullarda Türkiye, bir miktar büzülerek ve kendisini yenileyerek atılım yapmak zorunda. Başta sosyal güvenlik ve vergi reformları olmak üzere, kayıtdışı eğitim, Ar-Ge gibi konularda yeni hedefler koyarak, yapısal reformları hızlandırıp fazla kilolarımızı atmak için zamanımız azalıyor. Yoksa küresek kriz biter, ama bizim krizimiz devam eder…

Tüm yazılarını göster