Ekonomi daralırken, bankacılık karlılık rekoru kırıyor!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Geçen senenin son çeyreğinde ekonomi %6.2 gibi oldukça yüksek bir oranda daralmışken, ve bu senenin ilk çeyreğinde %10'un üzerinde bir küçülme beklenirken, bankacılığın ilk çeyrek (ve belki de ilk 6 ay) kârı rekor seviyelere çıkmış olacak. Bu durum bankalardan daha çok herhalde bu sene vergi geliri tahsilatı konusunda ciddi problemler yaşamakta olan Sn. Unakıtan'ı sevindirecektir. Devamlı surette reel sektöre yeteri kadar destek olmadıkları eleştirisine maruz kalan bankalar ise hem böyle çelişkili bir durumu kamuoyuna açıklamakta çekecekleri zorluklar, hem de yılın ilerleyen aylarında ayıracakları karşılıklar nedeniyle kârlılıklarında azalma olacağının bilinci ile bu geçici rekor kârlılık durumuna pek fazla sevinemeyecekler.

BDDK'nın açıkladığı ilk 2 ay rakamlarına göre bankalarımız 3.2 milyar TL kâr etmiş durumdalar. Geçen senenin aynı döneminde 2.3 milyar TL olan net kâra göre artış oranı %38 gibi çok yüksek bir oran. Bu dönemde Türkiye'de başka hiç bir sektörün değil böyle yüksek bir kâr artışı, pozitif bir kârlılık yakalamış olması bile çok zor. Peki, ekonomi çökerken bankaların bu müthiş kâr patlaması nereden kaynaklanıyor? 

Bilindiği gibi bankacılıkta kaynakların (mevduatlar) vadesi kısa, plasmanların (krediler ve hazine bonoları) vadesi ise nisbi olarak uzundur. Her ne kadar, Türkiye'de mevduat vadelerinin özellikle yıllarca yaşanan yüksek enflasyonun getirdiği bir alışkanlıkla aşırı kısa olduğu bir gerçek ise de, Dünya'daki diğer bankacılık sistemlerinde de benzeri bir yapı mevcuttur. Böyle bir bilanço yapısı, piyasa faizlerinin düştüğü bir ortamda, bankacılığın geçici bir süre yüksek kârlılık göstermesine yol açar çünkü mevduat faizleri hızla gerilerken kredi ve bono portföyünün faizleri bir süre daha yüksek kalmaya devam eder. Bu da bankaların faiz marjının açılmasına neden olur. (Tabii, faizlerin yükseldiği ortamda da tersi geçerlidir.) Nitekim, son dönemde Merkez Bankası'nın agresif sayılabilecek bir faiz düşürme politikasına girmesi ile birlikte piyasa faizleri 5 ay gibi kısa bir süre içerisinde bileşikte %22'lerden, %12'lere gerilemiş bulunmaktadır. Bu da bankaların geçen senenin ilk 2 ayında 5 milyar TL olan net faiz gelirlerini 6.3 milyar TL'ye taşıyan en önemli nedendir. (Teknik bir not olarak kârlılıktaki artışın bono portföyünün yeniden değerlenmesinden kaynaklanmadığını çünkü bu portföylerin çok azının böyle bir uygulamaya tâbi olduğunu belirteyim.)

Esasen tam rekabetçi bir ortamda, faiz indirimlerinin kredi faizlerine daha hızlı yansıması gerekir. Şöyle ki, örneğin A bankası kullandırmakta olduğu tüketici kredisinin faizlerini düşürmeye yanaşmıyorsa, banka müşterisinin düşük faiz uygulayan B bankasına giderek kredisini yeniden finanse (refinansman) etmesi gerekir. Bu konuda bankalar kadar, kredi kullananlar da bilinçli ve uyanık olmalıdır. Eğer bankalar refinansman konusunda zorluk çıkarıp çeşitli sabit masraflar öne sürüyorlarsa, sorumlu merciler tarafından bankalara gerekli uyarıların yapılması gerekir.

Faizlerdeki düşüşü geciktiren bir başka olgu da, gerek dış kaynak daralması, gerekse de bağlı bulundukları yabancı grupların riskliliğinin artması nedeniyle mevduat çekilişi yaşayan bazı bankaların yüksek mevduat faizi vermeye devam ederek, faiz savaşını devam ettirmesi olmaktadır. Bu durum ise doğrudan MB'nın para politikasına ket vuran bir gelişmedir. Söz konusu bankaların ellerindeki bonoları satarak kaynak yaratmaları veya MB'ndan repo yoluyla kaynak bulmaya teşvik edilmeleri gerekir. 

Evet, bankacılık sektörü ilk 3 ay, hatta ilk 6 ay (bilanço vade yapısı nedeniyle) yüksek kârlılık gösterecek. Ancak, bu herşeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor elbet. Sonuçta, bankalar reel sektörün bir aynasıdır, ve reel sektörde işler iyi gitmez iken bankaların ilâ-nihayet yüksek kâr elde etmeleri beklenemez. Aksine, zaman içerisinde kredi portföyündeki zayıflama ile birlikte, takipteki alacaklar karşılıklarında ciddi boyutlarda artışlar görülmesi kaçınılmaz olmaktadır. Özellikle, kredi portföylerindeki zayıflığın esasen kriz öncesinden de varolduğunu, hızla artan işsizliğin takipteki tüketici kredilerini artırmakta olduğunu ve  TL'nin değer kaybetmesi ile birlikte ihracat hacminin anormal şekilde azalmış olmasının, döviz kredisi kullanan sanayi şirketlerinin bilançosunu normalin dışında zayıflatmış olduğunu dikkate aldığımızda, bankacılığın yüksek kârlılığını senenin geri kalanında sürdürmesi çok zor gözüküyor.

Tüm yazılarını göster