Eğitimin maliyeti herkese

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Dünya geçen hafta, özellikle ABD'deki ikinci üç aylık büyüme oranına kilitlenmişti. Yüzde 1'lik bir küçülme beklentilerin altında kaldığı için (yüzde 1,5 bekleniyordu) bu gerçekleşme iktisat ile ilgilenenleri oldukça rahatlattı. Çünkü ABD 13 trilyon dolarlık GSYH'ye sahip ve dünya ekonomisinin yüzde 15'ine denk gelen bir ekonomi. Onların büyümesi, Türkiye dahil tüm ülkelerin büyümesini tetikleyecek.

Fakat akademisyen merakı mıdır nedir, beni bir başka haber kendine çekti. Bu haber sanırım sadece eğitimcileri değil, nitelikli işgücü arayan büyüğünden küçüğüne sanayici ve hizmet üreticilerini de ilgilendiriyor.

Haber şu: "ABD'de New York'da yaşayan Trina Thompson Nisan 2009'da mezun olduğu Monroe College'a iş bulamadığı için dava açmış. T. Thompson dört yıllık eğitim dönemi için ödediği 70 bin doları üniversite tarafından iade edilmesini, istemiş". Bu bize ters gelebilecek bir haber. Habere yine bir Amerika klasiği, bu Amerikalılar içtikleri kahvenin sıcaklığını fazla bularak da dava açıyorlar diyebilirsiniz. Ancak Thompson girişimi şunu da anımsatmalı: Eğitim bireysel ve toplumsal maliyeti yüksek bir uğraş. Yüksek bir maliyete katılarak eğittiğiniz işgücünü istihdam edilememesi sadece o kişinin değil ülkenin de sorunu haline geliyor.

Gittikçe ağırlaşan işsizlik sorununu tek başına yaşanan ekonomik krize de bağlamak mümkün değil. Sorunun derinleşmesine neden olan olgulardan birisi de işgücü talebinin istediği nitelikte eğitim almış ve istenilen alanlarda eğitilmiş işgücünün işgücü piyasasına sunulmamasıdır. Bu istem piyasa mekanizması içinde uzun dönemde dengeye gelebilir. Ancak bu dengenin maliyeti yüksek olur. Bunun yerine karşılıklı olarak tarafların yani işgücü talep eden ile işgücü arzını eğiten (birçok ülkede devlet) bir araya gelerek sorunu çözmesidir. Nitekim artık talebi düşen alanlarda eğitim görmüş olanlar işsizlerse, devlet ya da özel sektör eliyle kurulan sürekli eğitim merkezlerinde (İngiltere'de ajanslarda) farklı eğitimler alarak iş bulma olanağı elde ediyorlar, çalışıyorlar ise mesleki kariyerlerini üst noktaya çıkarıyorlar. Daha açık bir ifade ile artık istihdam edilmesinde güçlük çekilen alanlara kamusal kaynak aktarılmıyor.

Ülkemizdeki yapılanma ise bu bakışın tersi bir yaklaşımla istihdam -eğitim ilişkisine bakıldığını göstermekte. Çok basit bir örnek; teknik eğitim fakültesinden mezun olan öğrencilerin yaklaşık yüzde 5'i öğretmen olarak istihdam edilirken, bu fakültelere alınan öğrencilerin sayısı binleri bulmaktadır. YÖK bu öğrencileri sanayinin istediği ara eleman olarak yetiştirilmesine yönelik bir müfredat değişikliğini bir türlü gerçekleştirememiştir. Böylece sanayici istediği okullu yetişmiş elemanı bulamaz iken, okulları bitiren gençler iş bulamamakta, sanayi makinelerinin arkasına "alaylı işgücü" geçmekte, bu ise verimliliği düşürmektedir.

Bu yapılanma nedeniyle Türkiye'de yüzde 27'lik genç işsizlik oranı kimseyi şaşırtmamalı. Bu orana, kurulmuş olan yanlış yapılanmanın ürünlerinden sadece biri diye bakmalıyız.

Sonuçta eğitime ideolojik ya da statiksel olarak eğitimli sayısını artırmak olarak bakmak, istihdam ve eğitim sorununu büyütmekten başka bir işe yaramamaktadır. Örnek ülke Türkiye'dir.

Tüm yazılarını göster