Edip Cansever’le bir sabah

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Çağlaları gördüm... Canerikleri ise henüz yok tezgâhlarda. O "bebek" caneriklerini dallarında hayranlıkla seyrettiğim, hatta dayanamayarak bir-ikisini yediğim günler! Onlar çok gerilerde kaldı. Baharın ise bugünlerde eli kulağında... "Dalıp gitmiş gibiyim bir menekşenin ilk defa menekşe oluşuna / Ey sabah, sen de bana hatırlat / Oturmuş da toprağın üstüne / Akarsuyun güzelliğine ağlayan o kadını / Kederle mutluluk yan yana." Pencerelerin ardında güneş ve sis var... Adalar da deniz de yoklar şimdi karşımda. Nereye kayboldular? Boşluk, ah! o müthiş duygu... Kargaların sabahı karşılayan bağırtılarının yerini serçelerin cıvıltıları aldı... Bir sükûnet var dışarıda. Ama ruhum!

"Yaz göründü, Küçük Turgut gene büyüdü / Herkes az az büyüdü / Dünyadan dünyaya düştü üç beş caneriği / Bir demet sümbül / Mutsuzluktan mutluluğa bir iki köprü."

Edip Cansever okuyorum, ama bu kez kitaplarına gir(e)memiş ilk ve son şiirlerinin bulunduğu kitabı. "Sonrasının kaldığı, bilinen bir durum; bilinmesi gereken ise öncesinin de kaldığıdır. Benim yorumlarıma eklenecek yorumlar, öncesinden kalanların Cansever’i yeni baştan yorumlamamızı gerektirip gerektirmediğini gösterecektir" sözleriyle anlatıyor Mehmet Can Doğan hazırladığı kitabı. Yapı Kredi Yayınları arasından çıktı  "Öncesi de Kalır" ve bir solukta değil, üzerlerinde düşüne düşüne şiirleri okudum. "Bir şairin şiir yayınlama pratiğini anlamak" için önemsenecek belge niteliğinde bir çalışma. Ancak bu, başka bir yazının konusu... Bugünü, - yorumlar yapmadan - Edip Cansever’in şiirleriyle güzelleştirmek istiyorum...

Hele bahara bir basamak kalmışken, dışarıdaki gökyüzü, o ortak çatımız, bana yalnızlığı duyumsatırken:

"Ey yalnızlık, yalnız değilim / Sen bana başka türlü gelirsin / Yıllar yılı görmediğim bir arkadaş gibi / Kimbilir kaç kere unutmuşuzdur yüzlerimizi / Büsbütün yabancıdır konuştuklarımız / Birlikte olsak da bütün gün / İlk karşılaşmanın güzelliği kadar sürer / Görüşmek üzere ayrılırız."

Uğurlamayı çok istediğimiz, ama bir türlü çıkıp gitmeyen bir konuktur yalnızlık birçoğumuz için. Bazen bir insan sesi, bazen bir kuş cıvıltısı bir süre olsun dağıtır bu ortamı. Ama biliriz ki gökyüzü kuşlarla, uçaklarla, yıldızlarla dolu olsa da o kadar geniştir ki yalnız kalır yine de; dolduramaz hiçbirisi onun yüreğini...

"Unutmam / Gözlerine işlemişim bütün yaşadıklarımı / Neye baksam hatırlarım artık / Değişmez olanı bile, kan portakalını / Görünce hatırlarım / Bir silahın bir gövdeye ustaca patlamasını / Sigara dumanı kaçsa gözlerime hatırlarım // Unutmam / Çürümeye taşıdığını domatesin / Unufak olmayı bir taş parçasının / Ölse de geleceğini taşıyan insanı / Unutmam, unutamam / Her iki gün arasında / Bir titreyiş olsa da yüreklerimiz."

Edip Cansever, hem şair, hem insan olarak sevmiştim. Son yıllarda doğumgünlerini Bebek Şadırvan’da (o zamanlar deniz kıyısında öyle bir yer vardı) birlikte kutlardık. Eşi Mefharet Hanım ve birkaç arkadaşı... Elleri ve parmaklarının çok güzel ve biçimli olduğunu da hatırlıyorum. Onun ellerini gördükten sonra, insanların ellerine bakar olmuştum ve hayatımda önem kazanmıştı, güzel elli insanlar. Bir süre sonra da yaşı saklamayan tek uzvun eller olduğunu anlamıştım. Yüz, beden ne kadar genç ve dinç olursa olsun eller, yaşın gereği kadar yaşlanıyorlardı! Ve bu nedenle de çok gerçek, çok acımasızdılar...

"Her gün saçlarımız uzuyor, birtakım istasyonlardan geçiyoruz / Bu sanki olağandır ve böyle."

İşte hayat, ellerin yaşlanması, saçların uzaması kadar yalın ve gerçek...

"Ve umut kesilir de bir gün ölümle artık /  En uzun mektuplardan birkaçı çekmecelerde // Var mıydık? Belki.. biraz / Bir sıra dil balığı kesiksiz eylemlerde."

Edip Cansever, ölümden korkardı. Korkmayanımız var mı? Ölüm’ün onun şiirini beslediğini düşünmüşümdür hep.

O nedenle de yine onun bir dizesindedir belki çözümlerden birisi, daha yüzbinlerce yıl öncesinden keşfedilmiş. Diyor ki Cansever:

"Sevişmeyi öneren o ilk çağ resimlerinde."

Tüm yazılarını göster