Düşük teknolojili üretim ihracata işte böyle yansıyor

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Cep telefonunun çıktığı ilk yıllardı. Pek bilinmez, ama Türkiye’de de cep telefonu üretildi. Aselsan’dı bu üretimi yapan kuruluş. O zamanki tüm cep telefonları gibi Aselsan’ın ürettiği de şimdikilere göre çok ağırdı, yine çoğu telefonda olduğu gibi küçük bir anteni vardı, teknolojik olarak da sınırlı özelliklere sahipti. Dünya, cep telefonunda öylesine hızlı bir teknoloji atağına girişti ki, bir süre sonra Aselsan pes etmek ve üretimini durdurmak zorunda kaldı. Yabancı telefonlarla yarışmak mümkün olmamıştı. Yarıştan çekilen yalnızca Aselsan değildi. Birçok ülkedeki cep telefonu üreticisi de zaman içinde rekabete yenik düştü. Ama bir tarafta da, bizimle hemen hemen aynı zamanda yarışa katılan Güney Koreli Samsung, elektroniğin her alanında ve özellikle cep telefonunda tüm dünyada adeta ilk sıraya yerleşti. Şimdi örneğin Güney Kore bize bir telefon satıyor, biz karşılığında kim bilir neler neler satmak durumunda kalıyoruz.

Marka yaratamadık

Dünyada, adı duyulunca Türkiye’yi anımsatan bir teknolojik ürünümüz yok. Marka yaratamadık bir türlü. Bir süre öncesine kadar “babayiğit” arayarak dilimizden düşürmediğimiz otomobil üretme sevdasından söz etmiyoruz elbette. Sanki otomobil üretsek bile ABD ile, Almanya, İngiltere, Fransa ile ya da Japonya ve Güney Kore ile rekabet edebilecekmişiz gibi. Otomobil, bir prestij yatırımı olacaktı, olabilseydi eğer. Bu süreçte, “Şu kadar yıldır işadamıyım” diye ortaya çıkan kimi politikacıların bile, diğer işadamlarını, yani meslektaşlarını “babayiğit” gibi davranmamakla suçladıklarına, eleştirdiklerine tanık olduk.

Türkiye’ye döviz kaybettiren ithalatın örneğin otomobilde değil, cep telefonunda yoğunlaştığı da kaç kez vurgulandığı halde. Sonunda, cep telefonlarında kredi kartına taksit düzenlemesine gidilmesi niye gerekti? Sorun cep telefonunda bir türlü durdurulamayan tüketimdi de o yüzden. Yalnızca cep telefonunda değil tabii ki, hemen hiçbir alanda marka yaratabilmiş değiliz. Bunun nedeni de üretimimizin teknoloji ağırlıklı olmaması. Bu demek değil ki, teknoloji ağırlıklı hiç üretimimiz ve ihracatımız yok. Elbette var, var olmasına ama, o marka dünyanın bir ucunda duyulduğunda akla Türkiye geliyor mu, gelmiyor mu, kastettiğimiz bu. İşte bu durum, teknoloji yoğunluğuna göre ihracat ve ithalat verilerine öyle bir yansıyor ki…

Ancak yüzde 3’ü yüksek teknolojili

TÜİK verileri, ocak ayında gerçekleştirilen ihracatın yalnızca yüzde 2.7’sinin ileri teknoloji ürünlerden oluştuğunu gösteriyor. Orta yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 27.6, orta düşük teknolojililerin payı yüzde 27.5, düşük teknolojili ürünlerin payı yüzde 34.6 düzeyinde. Bu tablonun, yıldan yıla önemli bir değişim göstermediği gözleniyor. Geçen yılın ocak ayında da yaklaşık aynı oranlar geçerliydi.

İthalatta ise durum değişiyor. İleri teknolojili ürünlerin payı ocak ayı itibariyle yüzde 10.1 düzeyinde. Orta yüksek teknolojili ürünler toplamda yüzde 30.4, orta düşük teknolojili ürünler yüzde 22.8, düşük teknolojili ürünler ise yüzde 11.1 pay alıyor.

Düşük teknolojili ürünlerin ihracatımızdaki payı üçte bir, ithalatımızdaki payı ise onda bir düzeyinde. Çarpıcı gösterge bu zaten.

Ama bir ayrıntı var ki, sanırız izaha muhtaç. Teknoloji sıralamasında “diğer” olarak nitelenen ihracat ve ithalatın oranı arasında çok büyük fark var. “Diğer” kaleminin ihracattaki payı yüzde 7.6, ithalattaki payı ise yüzde 25.6 düzeyinde. İhracattaki yüzde 7.6 makulse de, ithalattaki dörtte biri aşan oranın bir şekilde açıklaması olmalı.

Tüm yazılarını göster