Dünya konjonktürü ve Türkiye'nin orta vadeli büyüme perspektifi

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Krizin çıkışıyla ilgili pek çok sebepten bahsedilebilir. Ancak temel sebep senelik 10 trilyon dolarlık hacmiyle Dünya'nın tüketim (dolayısıyla büyüme) motoru olan ABD'deki tüketicilerin imkanlarının çok çok üzerinde borçlandırılması sonucunda müflis hale gelmiş olmaları. Bugün itibarıyle bu temel sorun çözülmüş falan değil. Bugün gördüğümüz cılız toparlanma tamamen suni bir şekilde politika faiz oranlarının aşırı şekilde düşük tutulması, tahvil alımlarıyla miktarsal rahatlama sağlanması, bütçe açıkları artırılarak ekonomiye canlılık kazandırılması ve özellikle otomobile yönelik olarak sağlanan teşviklerle tüketici talebinin geçici bir şekilde öne çekilmiş olmasıyla sağlanmış durumda. Orta vadede asıl gerekli olan reform, yani gelirlerin yeniden dağıtıma (redistribution) tâbi tutularak Amerikan tüketici sınıflarının reel gelirlerinin düzeltilmesi ve tüketici güveninin kalıcı bir şekilde sağlanması konusunda ise hemen hemen hiçbir şey yapılmamış bulunuyor. Tabii, bu bahsettiğim konu değil kısa sürede gerçekleştirilebilecek, belki de asla gerçekleştirilemeyecek bir konu. Ancak özellikle ABD'deki karar vericilerin olayın bu temel boyutunu hâlâ göz ardı ediyor olmaları geleceğe yönelik olarak iyimser olmayı da engellemekte. Bu şartlar altında, ABD'nin, tıpkı 90'lardan başlayarak Japonya'nın yaşamakta olduğu gibi, oldukça düşük büyüme hızlarına mahkum olacağı çok da gerçekdışı bir öngörü olmasa gerek. Bu da esasen, Dünya büyüme hızının da daha düşük bir platformda gerçekleşeceği anlamına geliyor. Bu bağlamda, doların kaçınılmaz bir şekilde değer yitirmesi sonucunda ABD'nin dış açıklarını kapatarak ihracata bağlı bir büyüme sağlaması senaryosu da gerçekleşmeyecektir. Dolar değer kaybedecektir ancak ABD'nin bu değer kaybıyla eski günlerindeki gibi rekabetçi bir konuma gelmesi çok zordur. Sanayisi o esnekliğini kaybetmiş durumdadır. Karşısında güçlü bir alıcı kitlesi de yoktur. Ayrıca, parasını dolara fiksleyerek rekabetçiliğini korumaya kararlı olan Çin ABD için tam bir baş belası olmaktadır. (Bu senaryo ABD piyasalarının kısa vadede kötü perform edeceği anlamına gelmez. Doların değer yitirmesi çok uluslu ABD şirketlerinin dolar bazındaki kazançlarını artıran bir olgudur. Ayrıca, para politikasının gevşek kalmaya devam etmesi finans şirketlerini desteklemektedir.)

Ekonomimizde ihracat talebinde ekzojen bir artışa bağlı bir canlanma beklenmemesini vurgulayan bu uzunca girizgahtan sonra Türkiye'nin halihazırdaki toparlanma sürecine odaklanırsak büyümeyle ilgili gelmekte olan son verilerin olumlu bir tablo çizmekten oldukça uzak olduğunu görüyoruz. Eylül ayı sanayi üretimi geçen yılın aynı ayına göre %8.6 gerileme göstermiştir. Ağustos ayına göre gerileme ham verilerle %0.1, takvim ve mevsimsellikten arındırılmış verilerle ise %0.3 oranında olmuştur. Dün açıklanan Ekim ayına ilişkin kapasite kullanım oranları da üretimdeki zayıf seyrin devam ettiğini göstermektedir. Her ne kadar kapasite kullanımı bir önceki aya göre 1.7 puan artmış ise de, geçen yılın aynı ayına göre 4.9 puan azalmıştır. Ayrıca, bu ekimde çalışılan gün sayısının daha fazla olduğunu dikkate alırsak, gerçek azalmanın daha yüksek boyutta olduğunu söyleyebiliriz. Diğer dikkat çekici bir gelişme de kapasite kullanım eksikliğinin nedenlerinden iç talepteki azalmanın krizin en şiddetli yaşandığı yılın ilk aylarının bile oldukça üzerine çıkmış olmasıdır. Merkez Bankası'nın gevşek para politikasının talebi canlandırmakta etkisiz kaldığı görülmektedir.

Türkiye'nin reel sektör (ihracat) kanalıyla büyümesi bugünkü Dünya ekonomik konjonktüründe imkansız gözükmektedir. O zaman büyümeyle ilgili olarak geriye sadece ve sadece ülkenin orta vadede ne kadar net dış kaynak çekebileceği denklemi kalmaktadır. Başlıca dış kaynak kanalları doğrudan sermaye yatırımları, portföy yatırımları ve bankacılık ve özel sektörün borçlanmalarıdır. Yurtdışında reel sektörün toparlanmasının gecikmesi doğrudan sermaye yatırımlarında da orta vadede istenen düzeyde bir girişi kısıtlayacaktır. Portföy yatırımlarında ise bir miktar giriş olsa bile, TL'nin değerlemesini de beraberinde getirecek böyle bir olgunun büyüme üzerindeki net etkisinin çok da fazla olmayacağını söyleyebiliriz. Özel sektörün ve bankacılık sektörünün dış borçlanması ise zayıf kalmaya devam edecektir. Dönem dönem yüksek giriş gösteren ve özel sektörün kayıtdışı varlığındaki hareketlerden kaynaklandığı tahmin edilen Ödemeler Dengesi'ndeki "Net Hata ve Noksan" girişleri ise, dikkat edilirse, ekonominin sıkıştığı ve net kaynak çıkışlarının arttığı dönemlere denk gelmektedir. Bu kalemden girişlerin belki daralmayı önleyici bir etkisi olabilir, ancak büyümeye net katkı yaptığı söylenemez.

Yukarıdaki tabloya kamu maliyesinin sıkışan durumu nedeniyle, iç talep yetersizliğinin devam etmekte olmasına rağmen, vergi artışları yoluyla kamu tasarruf açığının daraltılmasının planlandığı olgusunu da eklersek, 2010 ve sonrası için iyimser bir büyüme öngörüsünde bulunmak imkansızlaşmaktadır. Açıkçası, bu şartlar altında Orta Vadeli Programda 2010 için öngörülen %3.5'lik büyüme oranının tutturulması bile büyük başarı olacaktır. Ancak, bu oranın Türkiye'nin sosyal ve ekonomik beklentilerini karşılamaktan çok uzak olduğunu da belirtmek gerekir.

Tüm yazılarını göster